ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"


  1.BÖLÜM: “SOĞUK”

  Soğuktan kızarmaya başlamış ellerimi siyah kabanımın ceplerine yerleştirirken adımlarımı hızlandırdım. Günün ilerleyen saatlerinde çocuk çığlıklarıyla inleyen bu sokak, şimdi botlarımın altında ezilen karın kendine has sesi ve keskin soğuğun taşıyıcısı rüzgârın uğultusundan başka hiçbir sesi kabul etmiyordu. Güneşin doğmasına az bir vakit kalmıştı ve gökyüzü siyahın en koyu tonuna bürünmüş, onu kucaklayacak aydınlık için hazırlanıyordu.

  Gece boyu yağan kar sokağı da etkisi altına almıştı. Her adımda ayak bileklerime kadar kara bulanıp tekrar çıkıyordum. Derin bir nefes almaya çalıştım. Soğuk hava nefes almamı bile güçleştirecek kadar şiddetliydi. Omuzlarımı biraz daha öne getirip küçülebileceğim kadar küçüldüm. Verdiğim nefesler buhar olup havaya karışırken pantolonuma rağmen tenime sızıp bacaklarımı ısıran soğuğu yok saymak oldukça zordu.

  Başımı arkaya atıp gökyüzünü inceledim. Belli belirsiz seçilen bulutlar, gecenin siyahlığına tezattı. En koyu tonuna bürünmüş gece yavaş yavaş aydınlıkla kucaklaşmaya başlamıştı. Bacaklarımı daha çok zorlayıp adımlarımı olabildiğince hızlandırdım. Gözlerimi yerdeki karlara dikmiş, ellerim ceplerimde, yalnızlıkla beraber yürüyordum.

  Tüm gece gözlerimi kapatıp uykuya dalmama engel olan anılar zihnimi rahat bırakmamış, ruhumdan koparabilecekleri bir şey kalmışçasına aç kurtlar misali zihnimde dolaşmaya devam ediyorlardı. Saçlarımı okşayan anne kokulu el, şefkatle bezeli gözler…

  Dişlerimi sıkıp gözlerimi yumarken derin bir nefes aldım. Sağ tarafımdaki hareketlilikle başımı usulca o tarafa çevirdim. Yaşar Amca kahverengi mantosuna sıkıca sarınmış, emektar kitapçısının önünde kapıyla ilgileniyordu. Sabah namazını köşedeki küçük camide kılıp güneş doğmadan açardı küçük kitapçıyı. Küçükken babamı işe uğurladıktan sonra camdan onun kitapçıyı açışını izler, öyle girerdim eve.

  Yüzümde acı bir tebessüm doğdu. Anılar peşimi bırakmıyor, küçük kitapçının camından beni izliyorlardı. Orada gördüğüm babasının elini sıkıca tutmuş, camın arkasındaki kitapları hevesle inceleyen küçük kız çocuğu gözlerimdeki yangını harlıyordu. 

  Gözlerim sıcacık bakan bir çift gözle karşılaştığında Yaşar amcaya başımla selam verip gülümsedim. Onun yüzünde de bir tebessüm belirmişti. O tebessümde gömülü hüznü çekip çıkardı zihnim. Adımlarım o tarafa doğru yönlenirken omuzlarımı olabildiğince dikleştirip, içten bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Ellerimi cebimden çıkardım ve soğuktan kızarmış elini öptüm. “Nasılsın?” diye sordu Yaşar amca. Zihnim sesindeki endişeyi de ayıklayıp önüme koymuştu.

  “İyiyim, Yaşar amca. Hava almaya çıktım. Sen nasılsın? Havva teyze nasıl?” sesimi olabildiğince iyi çıkarmaya çalışsam da ne kadar başarılı olduğumu kestiremiyordum.

  “İyiyiz biz de, kızım. Günün bereketi bu saatlerde dağıtılıyor. Ben de kitapçıyı açıp bir bardak sıcak çay içeceğim şimdi. Gel, bana eşlik et istersen.” teklifini kabul etmek istesem de konunun nereye geleceğini bildiğimden reddettim.  “Teşekkür ederim Yaşar amca, başka bir zaman inşallah. Havva teyzeye çok selam söylersin.”diye mırıldandım. O da “Aleykümselam.” diye cevap verdi.

  Yanından ayrılıp yürümeye devam ettim. Gece, köşesine çekilirken yeni bir gün doğmuştu. Kar usulca yağmaya başlamış,  arkamda bıraktığım ayak izlerini ustalıkla kapatıyordu. Sokaklarda tek tük insanlar beliriyor, telaşlı adımlarla gözden kayboluyorlardı. Daha önce pek girmediğim bir sokağa saparken sokağın sonunda gördüğüm fırınla adımlarımı o tarafa yönlendirdim.

  Midem bulanıyordu, bir simit yersem bastırırdım belki. Fırının önüne geldiğimde ellerimi soğuk cama bastırıp yüzüme iki yandan siper ettim ve içeriye göz attım. Tezgâhın arkasında gördüğüm karartıyla kapıya ittim.

  Kapı rahatsız edici bir ses eşliğinde açılırken yavaşça içeriye girdim. Dışarıdaki soğuğun aksine burası oldukça sıcaktı. Soğuktan uyuştuğunu yeni fark ettiğim yüzüm sıcakla yumuşarken tenim sızlıyordu. Ellerimi kabanımın ceplerinden çıkarıp ovuştururken başımı kaldırdığımda tezgâhın ardından yüzünde kocaman gülümsemeyle bana bakan bir kadınla göz göze geldim. Üzerine giydiği mor kazağın üzerine örme siyah bir yelek giymişti ve başına örttüğü koyu yeşil başörtüsü gözlerini ortaya çıkarıyordu. Gülümsemesiyle kısılan gözleri bile yeşil gözlerini saklayamamıştı. Derin bir nefes aldım.

  Kadının arkasındaki büyük takvim gözüme iliştiğinde acıyla yutkundum. Kaçtığım gerçeklerin ruhuma ağır bir darbe indirdiğini hissettim. Bir an soluğum kesilir gibi oldu.

  24 Ocak. Geçen yıl tam da bugün kaybetmiştim onları. Kimsesizlik sessizce gelip yerleşmişti hayatıma. Annesizlik ve babasızlıkla bugün yüzleşmiş ve onlara yine bugün yenilmiştim. İçime bir yerlere gömdüğümü sandığım acı daha şiddetli bir şekilde dirilmişti sanki. Ruhuma doladığı parmaklarını sıkıyordu. Aldığım nefesler soluk borumu yakarken gözlerimdeki yangın büyümüştü.

  Dişlerimi sıkıp kendime gelmeye çalışırken üzerimde dolaşan endişeli gözleri fark ettim. Dudaklarımı zorlukla oynatıp beceriksizce gülümsemeye çalıştığımda kendimi zorlamanın bir manası olmadığını biliyordum. Dudaklarım düz bir çizgi halini aldığında kadının gözlerinde anlayış ve hüznü gördüm. Kesik bir nefes alıp önüme gelen saçları sağ elimle arkaya ittim.

  “Simit varsa bir tane alabilir miyim?” diye sorduğumda sesim çatlamıştı. Cevabı beklerken bakışlarımı botlarıma indirdim. Bir yandan dilimi ısırıp düşünceleri dağıtmaya çalışırken, bir yandan da kadından cevap bekliyordum.

  “10-15 dakika içinde gelir, kızım. Vaktin varsa sana bir bardak çay ikram edebilirim. Hava buz gibi, üşümüşsündür. İçin ısınır.” Benim aksime cıvıl cıvıl çıkan sesini duymamla bakışlarımı botlarımdan çekip gözlerinin içine baktım. Beklentiyle parlıyorlardı.

  Her ne kadar iyi bir fikir olarak gözükmese de biraz kafa dağıtmanın işe yarayabileceğini düşünüp tereddütle başımı aşağı yukarı salladım. Kadının yüzü sevinçle aydınlanırken büyük adımlarla bir anda yanıma gelmişti. Nazikçe koluma dokunduğunda istemsizce irkildim. İnsanlarla temasa geçmekten hoşlanmıyordum, alışık olduğum da söylenemezdi. Kolumu yavaşça kendime doğru çektiğimde bana dönüp anlayışla gülümsedi ve yolu göstermek istercesine önden yürümeye başladı.

  Sessiz adımlarla ona uyum sağlarken tezgâhın arkasına geçmiştik. Daha önce fark etmediğim kapıdan girdiğimizde karşımıza küçük bir oda çıkmıştı.

  Karşılıklı konulmuş biri çift kişilik, diğeri ise tek kişilik eski olduğu yıpranmış bordo kumaşından belli olan koltuklar, küçük tüplü bir televizyon, kenarda duvara dayandırılmış küçük bir buzdolabı ve kapının hemen yanında içe içe geçirilmiş iki sehpadan ibaretti oda. Sehpanın üzerindeki termos ve karton bardaklar çayın hazır olduğunun göstergesiydi.

  “Fırına ben pek uğramıyorum, normalde eşim ilgileniyor. İşi çıkınca bugün burası bana kaldı. Ben de akşama kadar canım sıkılacak diye düşünüyordum. Allah gönderdi seni.”kadının sesini duymamla odayı incelemeyi bırakıp ona döndüm. Otuzlu yaşların sonlarında gibi duruyordu. Yüzünden eksik olmayan gülümsemeyle gözleri hafifçe kısılıyordu ve insana güven veren bakışlara sahipti.

  “Sen de ayakta kaldın. Geç, otur kızım. Çekinme. Ben kahvaltı yapmadan geldim diye evden yaptığım poğaçalardan getirmiştim. Çayın yanında onları da yeriz.” Gösterdiği çift kişilik koltuğa otururken kadının cana yakınlığı ve konuşkanlığını garipsemiştim.
Beynimde yanlış yapıp yapmadığımı tartıyordum. Simit olmadığını duyunca çıkıp gitmem gerekirken oturmuş tanımadığım birinin getireceği çayı bekliyordum.  Cebimden telefonumu çıkarıp saate baktığımda sekiz olduğunu gördüm. Zaman hızlı ilerliyordu.

  “Al bakalım. Afiyet olsun.” Görüş açıma giren peçeteyle tutulmuş poğaçaya bakıp kadına döndüm.

  “Teşekkür ederim ama aç d…” aç olmadığımı söyleyip itiraz edecekken kucağıma bırakılan poğaçayla susmak zorunda kalmıştım. Çünkü benden daha gür ve canlı çıkan sesiyle itiraz kabul etmediğini söyleyip; elime çayı tutuşturduktan sonra karşıma oturan kadın, beni dinlemiyordun bile. Rahatsızca kıpırdandım.

  “Ailen seni hiç insan içine çıkarmadı mı, evladım?” ani gelen soruyla karton bardağı düşürecek gibi oldum. Ailemden bahsedilmesi tüm dengemi alt üst ediyordu. Alışamamıştım ve alışabileceğimi de zannetmiyordum. Kadın telaşla yerinden kalkıp elimdeki bardağı almış ve önüme çektiği sehpaya koymuştu. Sorduğu soruya cevabım sessiz kalmak olmuştu, o da bana eşlik etmişti. Cevap bekler gibi bir hali yoktu.
Karton bardağı tutarken kızaran parmaklarımı ovuşturup karşımda oturan kadına döndüm. Çayından küçük yudumlar alırken beni izliyordu.

  “İçsene çayını, kızım.” Bana her kızım değişinde istemsizce dişlerimi sıktığımı fark ettim. O kelimeyi annemin ve babamın ağzından duymayalı tam bir yıl olmuştu. Onlarsız geçen bir yıl. Boğazımın düğümlendiğini hissettiğimde elimi sehpanın üzerindeki bardağa uzattım ve parmaklarımı sardım. Sıcaklık tenimi ısırsa da acıyı yok sayıp karton bardağı dudağıma dayadım ve büyük bir yudum aldım. Sıcak çay dilimi yakarken aynı zamanda boğazımı da yakmıştı. Bardağı sehpaya geri koyup birkaç kez öksürdüm. Dilim hassaslaşmıştı ve sızlıyordu. Yüzümü ifadesiz tutmayı başarıp bana endişeyle bakan gözlere döndüm.

  “İyi misin?” sorduğu soruya usulca başımı sallayarak cevap verdim. Kadın elindeki çay dolu bardakla kalktı ve onu benim bardağımın yanına bıraktı. Ne yaptığını çözmeye çalışıyordum. Yavaşça yanıma oturup sağ elini saçlarıma getirip okşamasıyla bedenim gerildi. Midem kasılmaya başlamıştı. Bütün hücrelerim ayaklanmış “Annem.” diye sayıklıyorlardı. Uyuyamadığımda kucağına yatıp saçımı okşamasını istediğim geceler gözümün önünden geçerken ağlama isteğiyle dolup taşıyordum. Burnum sızlıyor, gözlerim yanıyordu.

  Gerildiğimi fark etmiş olacak ki kadın ellerini saçlarımdan çekmişti. Derin nefesler alıp gözyaşlarımı geriye itmeye çalışırken beni yavaşça kucağına yatırmasıyla irkildim.

  Sıcak elleri tekrardan saçlarımı bulduğunda bozguna uğradığımı hissettim. Boğazımda biriken hıçkırıklar kopmak için yer ararken onları tutmak git gide zorlaşıyordu. Ani tepkiler verip bu iyi niyetli kadını üzmek istemiyordum. Yavaşça kalkmaya çalışırken bir anda yanağıma düşen ıslaklıkla gözlerimi kaldırıp saçlarımı okşayan elin sahibine baktım.

  Zümrüt yeşili gözleri gözyaşlarıyla parlıyordu. Yanaklarından süzülen sıcak gözyaşları çenesinde toplanıp benim yüzüme düşerken ne yapacağımı bilemedim. Gördüğüm ilk andan beri yüzünden gülümseme eksik olmayan kadın karşımda ağlıyordu. Acaba yanlış bir şey mi yapmıştım? Hiç konuşmadığım için kırılmış olabilir miydi?

  “Bana, çocuğun olmaz dedi doktorlar. Küçüklükten beri anne olma hayaliyle dolup taşan bana, sen anne olamazsın dediler.”titreyen sesini duyduğumda kalkmak için çabalamayı bırakıp başımı sıcak dizlere bıraktım. Göz kapaklarımı kapatıp yüzüme damlayan yaşları hissettim sadece. Bir insan nasıl teselli edilir bilmiyordum. En iyisi her zamanki gibi sessizliği seçmekti. Sadece dinledim.

  “Çok ağladım. Aynı zamanda çok da dua ettim. Allah isterse her şey olur. Ben de ona sığındım.” İçini çekmesiyle ben de derin bir nefes aldım.

  “Eşim bir an olsun beni yalnız bırakmadı. Her şeyin hayırlısı derdi. Eğer o yanımda olmasa bu kadar metanetli davranamazdım belki de.” Durakladı. “2 yıl sonra hamile olduğumu öğrendim.” Kapalı olan gözlerimi hızla açtım.

  Ben onun kızarmış gözlerine bakarken bir hıçkırık koptu dudaklarından. Sıcak eli saçlarımda ve yüzümde okşarcasına dolaşırken “Senin gibi bir kızım olacaktı. Saçlarını her gün tarayıp, örüp okula gönderecektim.”diye mırıldandı.

  Saçlarımı okşarken gözlerimi tekrardan kapattım. Gözlerim yanmaya başlamıştı. Uykusuzluktan mı, yoksa biriken gözyaşlarından mı olduğunu anlayamıyordum.

  “Çok az rastlanan bir durum, dedi doktorlar. Hamileliğin çok riskli olduğunu filan söylediler. Ama ben onların olumsuz söylemlerin duymuyordum. Karnımda bir can büyüyordu. Allah’a defalarca şükrettim. Odasını hazırlamaya başladık, cinsiyeti belli olduktan sonra. Pembe pembe yelekler örmüştüm kendi ellerimle. Patikler, battaniyeler…” Uzun bir süre sessiz kaldı. Bense yanağımın içini dişliyordum.

  “8.ayımın içindeyken gece bir anda sancım başladı. Apar topar hastaneye gittik. Doğum ne kadar sürdü hatırlamıyorum bile. Doğum bitti ama bebek çığlığı filan doldurmuyordu odayı. Acılarımı unutturacak bebeğimi, kızımı kimse kucağıma vermiyordu. Yanıma yaklaşan hemşirenin yüzü gülmüyordu. Gözleri dolmuş, kucağında tuttuğu kızıma bakıyordu. Gözlerimi kucağındaki yavruma çevirdim. Hareket etmedi. Hiç ağlamadı. Bir kere bile elimi tutma…” Hıçkırıkları şiddetlenirken hızla dizlerinden kalktım. Gözümden süzülen yaşları hızla silip yanımda bedeni hıçkırıklarla sarsılan anneye baktım. Sarılmaktan hoşlanmayan ben, bir anda kollarımı bana yabancı ama bir o kadarda tanıdık annenin boynuna sarıp ona sıkıca sarıldım. 

  “Ölü doğdu, dediler. Yaşamıyor dediler.” Yok denecek kadar az çıkan sesiyle içimi titretirken ne yapacağımı bilemedim.

  Babaannemin küçükken söylediği sözler geldi aklıma; “Küçük yaşta ölen çocuklar, cennette ailelerini beklerler.”demişti. Beynimde tozlanan hatıralar gün yüzüne çıkarken dudaklarımdan aynı cümle döküldü. Sağ gözümden firar eden son gözyaşı yanağımı yakarken derin bir sessizlik doldu odaya.

  Onun hıçkırıkları iç çekişlere dönüştüğünde ben onun dizlerinde uzanmış öylece tavanı izliyordum. O da usulca saçlarımı okşuyordu.

  Anne ve babamın güzel yüzleri dolarken göz kapaklarıma, gözlerimi daha sıkı yumdum. Sessizlik odada hüküm sürmeye devam ediyordu. Saçlarımı okşayan elin anlattıkları, kelimeden daha etkiliydi. Cebimdeki telefon titrediğinde elimi yavaşça cebime sokup telefonumu çıkardım. Gittiğim dershaneden mesaj gelmişti. Geçen sene annem ve babamın vefatından birkaç ay sonra olan sınava giremediğim için sınava bu sene hazırlanıyordum. Bunun için de bir dershaneye yazılmıştım. Annem ve babamın okumamı istediklerini bildiğim için o sınavı kazanmam gerektiğini hissediyordum. Mesajı açtım.

  “Hava muhalefetlerinden dolayı bugün yapılacak olan deneme sınavı 28 Ocak Perşembe gününe ertelenmiştir.” Bugün deneme sınavı olduğunu bile unutmuştum. Telefonu cebime koymak yerine sehpaya bırakıp bakışlarımı sessizleşen kadına çevirdim.

  Doğrulup ben de sırtımı onun gibi koltuğa yasladım. Dizlerinden kalkmama bir tepki göstermemişti. Saçlarımı okşayan eli kucağındaydı şimdi. Dilimle dudaklarımı ıslattım, dilimin ucu hâlâ sızlıyordu.

  Uzayıp giden sessizliği bozan telefonumun melodisi olmuştu. Gözlerim ilk önce yanımdaki yaralı anneyi bulduğunda göz kapaklarını araladığını gördüm. Elimi uzatıp telefonumu elime aldım. “Zeynep” yazısını görmemle telefonu açıp kulağıma dayadım. Küçüklüğümden beri yanımda olan bir arkadaşımdı Zeynep. Çok fazla konuşmazdık belki ama ne zaman ihtiyacım olsa yanımdaydı. Kimsesiz kaldığım bu dünyada yanımda olan sayılı insanlardandı. Gösterdiğimden daha çok değer veriyordum ona.

  “Saat dört gibi senin evindeyim. Şu an mesai saatlerindeyim, kapatıyorum o yüzden. Görüşürüz.” Cevap vermek için dudaklarımı aralamama fırsat kalmadan telefon kapanmıştı. Çok fazla zıt yönümüz vardı. O, her şeye gülümseyebiliyordu. Hayat enerjisiyle doluydu. Mutlu olmayı ve eğlenmeyi biliyordu.

  Çalıştığı pastane pazar günleri de açık oluyordu ve patronu oldukça disiplinli bir insandı. Bu yüzden telefonu yüzüme kapatmasını yadırgamıyordum.

  Yanımdaki hareketlilikle telefonumu cebime koyup ayaklanan kadına döndüm. Hâlâ adını bilmediğimi fark ettim. “Adınız…” sorumu bitiremeden “Zehra teyze diyebilirsin, kızım.” dedi ve bana soru dolu gözlerle baktı. Onun da benim adımı bilmediğini fark ettim. “Şimal.” diye mırıldandım. Dudaklarındaki beğeni dolu gülümsemeyle bana baktı ve odadan çıktı.

  Arkasından ben de ayaklanıp çıktığımda onun tezgâhın arkasında ekmekleri yerleştirdiğini gördüm. Arkasını dönüp ilk geldiğimdeki gibi gülümseyen Zehra teyzeye tebessümün kesinlikle daha çok yakıştığını fark ettim.  

  Ekmeklerin başka bir fırından geldiği kasalardan belli oluyordu. Tezgâhın üzerine bırakılan diğerlerine göre daha küçük bir kasada da simitler duruyordu. Onlara bakarken dudaklarım hafifçe kıvrıldı. Sadece bir simit için girdiğim yerden, o kadar farklı bir şekilde ayrılıyordum ki. Bedenim doymamıştı belki ama ruhum, acılı bir annenin yüreğine misafir olmuş, biraz daha büyümüştü.

  Yanına yaklaşıp “Her şey için teşekkür ederim.” diye mırıldandığımda sıcak elleriyle yüzümü avuçladı ve iki yanağımı da öptü.

  “Yine gel kızım, tamam mı? Geleceğin günlerde haber ver, ben de fırına geleyim. Bir dahaki gelişinde evimizde misafir ederim seni. Ver telefonunu, numaramı yazayım.” Telefonumu uzattığımda yazıp bana geri uzattı. Kendini de çaldırmıştı sanırım. “Zehra teyze” diye yazıp toplasan on beş kişinin bile bulanmadığı rehberime kaydettim ve tamam anlamında başımı salladım. Gelip gelmeyeceğim konusunda emin olmasam da bunu dillendirme gereği duymadım.

  “Görüşürüz, Zehra teyze.” Çıkışa doğru yürüyüp omzumun üstünden ona dönüp seslendiğimde yüzü aydınlandı. “Allah’a emanet ol, kızım.” Gülümsemeye çalışıp önüme döndüm ve kapıyı ittim. Rahatsız edici sesle beraber soğuk hava aralık kapıdan içeriye süzülmüştü. Derin bir nefes alıp fırından çıktım. Soğuk hava tenimi ısırırken omzumun üstünden fırına son kez baktım ve yürümeye başladım.

  Gelirken boş olan sokakları çocuklar doldurmuştu. Çığlıklar kulaklarımı tırmalarken adımlarımı hızlandırdım. Botlarım karda derin izler bırakıyordu. Ama durmadan yağan kar ömürlerinin uzun olmadığını gösteriyordu.

  Bir anda bacağıma sarılan küçük bir bedenle adımlarımı durdurmak zorunda kaldım. Başımı eğip bacaklarımı sıkan ellerin sahibiyle göz göze geldim. Kocaman açılmış heyecanla parlayan koyu kahverengi gözler bana beklentiyle bakıyordu.

  “Kurtar beni.”diye bağırdığında heyecanlı sesi kulaklarımı doldurmuştu. Başına takılmış beresinden fırlayan kıvırcık kahverengi saçları ve burnuna kadar çekilmiş atkısıyla tatlı gözüktüğü söylenebilirdi. Hızlı hızlı kırpıştırdığı gözlerine bakarken istemsizce dudaklarım kıvrıldı. En fazla beş yaşında olan bu kız çocuğu gözüme sevimli gözükmüştü. Halbuki çocuklarla aram iyi değildi. Bugün dinlediklerimin etkisi hala üzerimde olmalıydı.

  “Neyd…” Sormama kalmadan kafamdaki ani baskıyla neye uğradığımı şaşırdım. Elim refleks olarak başıma gittiğinde ellerime gelen soğuk kar hızla arkamı dönmeme neden olmuştu. Saçlarımdan boynuma doğru süzülen kar ürpermeme neden olsa da tepkisiz kalmaya çalıştım.

  Gözlerim kartopunun sahibini ararken kulağıma gelen gülme seslerini yok sayıyordum. Gözlerim şüpheyle çocukların üzerinde gezinirken korkuyla bana bakan bir kızda sabitledim bakışlarımı. Hâlâ bacaklarıma tutunan kız çocuğu küçücük parmağıyla o kızı gösterirken bir yandan da heyecanlı heyecanlı konuşuyordu.

  “Ablam attı. Hadi sen de ona bir tane at.” Gözlerimi kısmış onu izlerken yere eğilip küçük elleriyle karları toparlamaya başladı. Minik bir top haline getirdiği karları bana uzatırken gözleri beklentiyle parlıyordu.

  Pembe eldivenlerinin içinde duran kara baktım. Elini daha ileriye uzattı. Erimeye başlayan kar eldivenini ıslatıyordu. Ben kar oynamayı sevmezdim ki. Küçük kızın bakışları o kadar istekliydi ki kararsız kaldım. Sağ elimi uzatıp kartopunu tuttum. Parmaklarımın uçları nemlenmişti ve soğuktan dolayı kızarmaya başlamıştı.

  “Hadi atsana.” Sabırsızlıkla söylenen kıza son kez bakıp önüme döndüm. Etraftaki çocukların hepsi beni izliyordu. Bana kartopu atan ve aynı zamanda şimdi onu vurmamı isteyen küçük kızın da ablası olduğunu öğrendiğim kıza döndüm. Eskisi gibi korkuyla bakmıyordu. İyice küçülmüş kartopuna baktım. Bir şey yapacaksam tam yapmalıydım. Eğilip yerden biraz daha kar aldım ve kartopunu büyüttüm. Elimi kaldırıp kıza doğru attığımda kız arkasını dönmüş ileriye doğru koşuyordu. Kartopum sırtıyla buluşup yere dökülmeye başladığında zaferle gülümsedim.

  Elini havaya kaldırmış “Çak!” diye bağıran kızla gülümsemem büyürken elimi yavaşça onun küçük eline vurdum.  Benimkinden çok daha büyük olan gülümsemesiyle yerinde zıplamaya başlamıştı.

  Gülümsemem yavaş yavaş dudaklarımı terk ederken dudaklarım eski halini aldı. Çocuklar oyunlarına kaldıkları yerden devam ediyorlardı. Küçük kızın ablasının yanımıza yaklaştığını fark edince dikkatimi ona verdim.

  “Zeynep biraz daha oyna, az sonra eve gireceğiz.” Küçük kızın ismini öğrendiğimde aklıma hemen Zeynep gelmişti. İkisinin de gülümsemekte üstlerine yoktu. Bakışlarımla Zeynep’in tepkilerini izliyordum. Kaymış atkısından gözüken dudakları büzülmüştü. Soğuktan kızarmaya başlayan yanakları tatlığına tatlılık katıyordu.

  “Daha kardan adam yapmadık ki ama.”diye mırıldandı ağlamaklı çıkan sesiyle. Ablasını izlemeye başladım bu sefer. 10-12 yaşlarında gözüküyordu. Zeynep’in büyümüş hali gibiydi. Benden çekindiğini arada bana attığı kaçamak bakışlardan anlamıştım.

  “Bana kardan adam yapmamda yardım eder misin? Birlikte yaparsak çabuk biter.” Sorduğu soruyla başım istemsizce aşağı yukarı sallanmıştı. Bugün tahmin ettiğimden de farklı geçiyordu.

  Birkaç çocuk da bize katıldığında kardan adam yapmaya başlamıştık. Kar, eldivensiz ellerimi uyuştursa da umursamadan yardım etmeye devam ettim. Çocuklar kahkahalarla gülüyor, çığlıklar atıyor, karlarda yuvarlanıyorlardı. Bense yüzümdeki küçük gülümsemeyle onları izliyordum.
El birliğiyle biten kardan adama evden getirilen atkı takılmış, kömürden gözleri ve havuç burnu unutulmamıştı.

  “Senin telefonundan fotoğraf çekilelim mi?” sorduğu soruyla Zeynep’e döndüm ve telefonumu çıkardım. Sevinçle ellerini çırptı. Elimden telefonu kapıp yolda yürüyen bir adamı çevirdi ve telefonumu eline tutuşturdu. Ben şaşkınlıkla onu izliyordum. Küçük elleri koluma asılıp beni çekiştirmeye başladığında hep beraber kar adamın etrafına doluşmuştuk.

  Benim önümde Zeynep duruyordu. Kollarımı omuzlarından sarkıtıp çömeldim ve çenemi başına dayadım ve gülümsedim. Birkaç pozdan sonra çocukların hepsi ayrı bir tarafa dağılmıştı. Yanımda sadece Zeynep ve ablası kalmıştı. Onlarla vedalaşıp arkamı döndüğümde “Bizi öpmedin ama.”diye bağıran Zeynep’le olduğum yerde durdum. Birkaç dakika olduğum yerde kalıp arkamı döndüm ve ikisini de yanaklarından öpüp beceriksizce gülümsedim. Bugün sınırlarımı fazlasıyla zorlamıştım.

  Oradan uzaklaşırken sabah evden çıkarken ki kadar üşümüyordum. Ruhumu kuşatan sımsıcak anılar dolanıyordu zihnimde. Yaralı bir anne yüreğinin sıcak elleri okşamıştı saçlarımı, küçük bir kız çocuğunun umut ve mutlulukla parıldayan gözleri değmişti gözlerime.


Ümmügülsüm E.

Devamı gelecek...

22 Ocak 2017 23:24


                                                                                                                                                      






Yorumlar

  1. Öylesine akıcı ve güzel bir anlatımınız varki bir solukta okudum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"