ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"



3.BÖLÜM: “SORULAR”

   İrade. Zihnimde irademin iplerini elimde tutabilmek için başlatılmış bir savaş vardı. Yıllardır ellerimde tuttuğum mantığım ve irademin ipleri ellerimden kurtulmaya çalışıyorlardı. İpler çekildikçe avuçlarıma derin yarıklar açılıyordu. Açılan derin yarıklardan sızan kanda kayboluyordu iradem ve onu almaya yetecek gücümün olmadığını biliyordum.

   Zihnim bilinmezlik çukuruna yuvarlanırken düşüncelerimin üstüne yavaşça sinen sisi ayırt edebiliyordum. Kulaklarım şiddetle uğulduyor, şakaklarım acıyla sızlıyordu. Bedenimi yavaşça yanımdaki soğuk taş duvara yaslarken dudaklarım istemsizce aralanmıştı ve göğsüm aldığım sık nefeslerle hızla inip kalkıyordu. Dakikalar önce ayrıldığım duvardan tekrar destek almam yanımdaki yabancı bedenin dikkatini çekmiş olacak ki bakışları üzerimdeydi. Onun varlığını hemen yanımda hissediyordum ama şu an o, belirsizlikle boyanmış dünyama düşen bir gölgeden ibaretti.

   Sırtımı tamamen duvara yaslayıp başımı arkaya attım. Taş duvarın soğukluğu saçlarımın arasından tenimi ısırırken gözlerimi kapattım. Kirpiklerimin göz kapaklarımı tenime dikecek iplik olmasını diledim. Bugünü görmek istemiyordum.

   “Onlar kim?” dudaklarımın arasından sızan kelimeler zihnimde dolaşan binlercesinden sadece ikisiydi. Sessizlik rahatsız edici bir şekilde aramızda uzayıp giderken kulaklarımdaki uğultunun şiddetini arttırdığını hissettim. Göz kapaklarımı aralayıp onun yüzüne baktığımda cevap vermeyeceğini anlamıştım. Bana bakmıyordu bile. Bakışlarını takip ettiğimde onun, dakikalar önce bana kanıt olarak gösterdiği kardaki ayak izlerini izlediğini gördüm. Bakışlarım ayak izlerinde takılı kaldığında irademi tutan iplerin ellerimden tamamen kayıp gittiğini hissettim. İplerin kana bulanmış zemine düşerken çıkardığı ses yankılandı zihnimde ve küçük bir kız korkuyla karanlık köşesine çekildi.

   Bedenimi usulca duvardan ayırdığımda adımlarım benden bağımsız bir şekilde ayak izlerine doğru ilerliyorlardı. Yanımdaki yabancı bedenin sahibi “Dur.” diye bağırsa da ben çoktan evimin pencerelerinin görüş açısına girmiştim. Gözlerimi küçükken babamın işe gidişini hüzünle, eve gelişini heyecanla seyrettiğim pencereye sabitledim. Aralanan tülden gözüken tanımadığım adam evimizin penceresine yakışmıyordu. Orada annem, babam olmalıydı. O değil. Koluma dolanan parmaklar beni geriye çekmeye çalışsa da bacaklarım mıhlanmış gibi oldukları yere sabitlenmişlerdi. Bakışlarımı pencereden çekemiyordum.

   Dışarıyı dikkatle tarayan gözler o an gözlerime değdi. Sadece birkaç saniye sonra bedenim hızla arkaya çekilse de o gözlerde yanan tehlikeli parıltıyı görmüştüm. Beni tanımıştı.

   “Seni gördü mü?” Kolumu sıkıca kavramış elin sahibinin sesini hemen yanımda duyduğumda dudaklarımı açıp cevap veremedim. Öylece yüzüne bakıyordum. Gözleri gözlerimi buldu. Zihnimde düşünceler birbirine çarpıp etrafa saçılırken “Lanet olsun.” diye mırıldandı. “Seni gördü.” Kendi kendine söylense de o kadar yakınımdaydı ki kulaklarımdaki uğultuya rağmen onu duyabilmiştim. Gözleri tekrar gözlerime değdi. Saniyeler sonra boş sokakta hızla çarpılan kapı sesi yankılandı ve karı ezen hızlı adım sesleri duyuldu. Dudaklarının arasında bir şeyler geveledi ve beni önüne doğru canımı acıtmadan itekledi. “Koş. Arkana bakmadan sadece koş. Yapabildiğinin en iyisini yap ve asla durma.” Sesi kulaklarıma ulaştığı anda beynim sorgulamadan bacaklarıma komut vermişti ve deli gibi koşmaya başlamıştım. Arkamdan onun da geldiğini hissediyordum. Kara değen botlarının sesi de buna kanıt niteliğindeydi. Neden koşuyordum, nereye gidiyorduk, sözünü dinlediğim bu adam kimdi? Hiçbir fikrim yoktu. Ama en fazla birkaç metre arkamızda olan adamlardan daha iyi niyetli olduğunu varsayıyordum. Kar hızımı yavaşlatsa da arkamızdaki adamlarda bizle aynı durumdaydı ve şartlar eşitlenmiş oluyordu. Hızla sokağı taradım. Normalde de sakin olan sokak soğuk hava nedeniyle tamamen boştu.

   Sokağı incelerken dikkatim dağıldığı için ayağım kaydığında, az kalsın soğuk karla buluşacağım sırada koluma dolanan el sayesinde toparlanıp koşmaya devam ettim ama o kolumu çok sıkı olmasa da tutmaya devam ediyordu. Şimdi yan yana koşuyorduk ve sanki benim için hızını yavaşlatıyormuş gibi bir hali vardı. Omzunun üstünden arkaya baktı. Ben de kafamı çevireceğim sırada “Arkaya bakmak yok.” diye mırıldandı. Sesi sık nefeslerinin arasında bile duyulacak kadar gürdü. Bana iyice yaklaştığında hızım istemsizce yavaşlamıştı. “Koş.” Kulağıma fısıldadığında bacaklarıma biraz daha yüklenip sınırlarımı zorladım.

   “İlerideki yol ayrımında birlikte sağa dönüyoruz.” kulağıma yaklaşıp mırıldandı. Sonra derin bir nefes alıp tekrar bana yaklaştı. “Sen döndüğümüz anda sağda kalan yol kenarından devam et.” Son sözlerinden sonra yavaşça benden uzaklaştığında nefesimi düzene sokmaya çalışıyordum. O koşarken konuşabilecek kadar düzenli nefesler alabilse de ben onun tam aksine nefes nefese kalmıştım. Onun gibi konuşmayı geçtim tek kelime etsem nefesim tıkanacak gibiydi. Yol ayrımı yaklaştıkça kalbimin daha hızlı attığını hissediyordum. Korkuyordum. Korku tüm hücrelerime sızmıştı ve şu an bu kadar hızlı koşmamı sağlayan da saniyeler üzerime devrilirken artan korkumdu. Köşeyi döndüğümüzde “Şimdi.” diye benim duyabileceğim ses tonuyla bağırdı. Ben anında sağ köşeye saparken o, yola düz devam etmişti. 

   Onun yanımdan ayrılmasıyla korku somut bir hal almış, yanımda koşuyordu. Onu tanımasam da yanımda olduğunu bilmenin sandığımdan daha çok güvende hissettirdiği gerçeğiyle yüzleştim. Bacaklarım sızlıyor, ağzımdan aldığım nefesler soluk borumu yakıyordu. Nefesim tıkanmak üzereydi ve korkunun ürpertici soluğunu ensemde hissediyordum.

   Sakin olmayı deneyip adım seslerini dinlemek istedim. Böylelikle ne kadar yaklaştıklarını kestirebilirdim. Ama tek duyduğum kendi adım seslerim olmuştu. Hızla kafamı arkama çevirdiğimde kimseyi göremedim. Sokak tamamen boştu. Kendimi yan taraftaki apartman boşluğuna atarken beynimde onlarca düşünce dönüyordu. Sırtımı duvara yaslayıp derin nefesler almaya çalıştım. Seri ve düzensiz aldığım nefesler soluğumu kesiyordu ve ciğerlerim yanıyordu.

   Duvarın kenarından sokağı gözetlediğimde sokağın başındaki adamla içimde yeşermeye başlayan umut bozguna uğramıştı. Korku daha şiddetli bir şekilde dirildiğinde adamın koştuğunu fark ettim. Can havliyle apartman boşluğundan çıkıp koşmaya başlarken deli gibi ağlama isteğiyle dolup taşıyordum. Ne yapacaktım? Şimdiden bacaklarım dayanılmaz şekilde sızlıyordu ve kesilmeye başlayan nefesim birkaç dakika sonra durmak zorunda kalacağımı fısıldıyordu. Biraz daha geniş bir caddeye çıktığımda etrafta yardım isteyecek birini aradım ama en yakındaki kişi sokağın sonundaydı. Ben ona ulaşıp derdimi anlatana kadar yakalanmamam mucize olurdu. Bana yardımcı olan tek şey ana yola yaklaştığımız için bu sokaklarda karların yol kenarına itilmiş olmasıydı. Yol temiz olduğu için biraz daha hızlı ve kolay koşabiliyordum. Arkamdaki adamda öyle.

   O an yanımda sert bir frenle duran arabayla aniden adımlarım kesildi. Ön yolcu kapısı içeriden açıldığında korku boğazıma dayatılmış bir bıçak gibi canımı yakıyordu. Her şey bitmişti.

   “Bin şu arabaya.” Duyduğum tanıdık sesle gözlerim sürücü koltuğunu buldu. Onu görmemle arabaya binmem aynı yarım dakikanın içinde olmuştu. Gaza bastığında kapıyı son anda kapatabilmiştim. Saniyelerle kurtulmuştum.

   Başımı ellerimin arasına alıp nefesimi düzene sokmaya çalışırken “Kemerini tak.” duyduğum sesle ellerimi yüzümden çekip bakışlarımı gözlerini yola kilitlemiş arabayı süren bana yabancı ama bir o kadar da tanıdık adama çevirdim. Ben ona bakarken beni “Kemer.” diye uyardı. İrkilmiştim. Kemerimi elimden geldiğince çabuk bir şekilde taktığımda arabanın hızı artmıştı.

   Zihnimin önüme sürdüğü onlarca soruyu kenara itip başımı koltuğa dayadım ve gözlerimi sıkıca kapattım. Nefesim yeni yeni düzene giriyordu, şakaklarımdan başlayan ağrı dayanılmaz bir hal almıştı. Yanımdaki adamı tanımıyordum, peşimde kim oldukları hakkında hiçbir fikrim olmayan ama beni kovalayan adamlar vardı, bugün anne ve babamsız ilk yılımdı.

   Yorulmuştum. Canım yanıyordu. Birkaç saat önce anne ve babamın ortasında yattığım dakikaları geri istiyordum. Soğuk karların içinde yatarken aslında içimin sımsıcak olduğunu şimdi daha iyi fark ediyordum. Çünkü şu an arabada çalışan ısıtıcıyla bedenim ısınsa da içime kar yağıyordu.

   “Kahretsin.” Sert sesi arabanın içini doldurduğunda gözlerimi açıp ona baktım. Direksiyonu sıkan parmaklarının boğumları beyazlamıştı. Gözleri belli aralıklarla aynalara değiyordu. Başımı arkaya atıp dışarıya baktığımda peşimizdeki iki arabayı görmüştüm. İçime dolan endişeyle gözlerim yanımdaki adam ve arkamızdaki araba arasında gidip geliyordu.

   “Şunu yapmayı kes. Önüne dön ve sadece bekle. Tamam mı? Atlatacağız.” İstemsizce dudaklarımı birbirine bastırıp önüme döndüm. Hızla bir sokağa saptığımızda elimle kapıdan destek aldım.

   “Sıkı tutun.” Uyarısından hemen sonra hızımız biraz daha artmıştı ve birkaç dakika sonra başka bir sokağa girmiştik. Evimin olduğu sokağın aksine temiz olan yollarda araba hızla ilerliyordu.

   Biraz sonra hızımız yavaşlayıp normale döndüğünde onları atlattığımızı anlamıştım ama arkamı dönmedim. Gözlerimi önüme dikmiş, sadece bakıyordum. Gördüğüm söylenemezdi. “Atlattık.” Sesini duyduğumda kafamı ona çevirsem de telefonla konuştuğunu fark ettim. Benimle konuşmuyordu.

   Uzun süre sessiz kalıp karşı tarafı dinledi. Bir yandan da arabayı ustalıkla sürmeye devam ediyordu. “Tamam. Geliyorum.” Telefonu kapattığında başını birkaç saniyeliğine bana çevirip yüzümü inceledi. Ardından yine tüm dikkatini yola vermişti.

   “Biraz dinlenebilirsin. Yolumuz uzun.” Sanki benimle değil başka biriyle konuşuyor gibiydi. Konuşurken bir an olsun bana bakmamıştı. “Nereye?”, “Sen kimsin?”, “Neler oluyor?” ve daha onlarcası. Hiçbirini sormadım. Sadece başımı camdan tarafa çevirip gözlerimi kapattım. Normalde bu arabadan inmek için her şeyi yapar, bu adam bana her emir verdiğinde tam tersini yapardım belki, ama çok yorulmuştum. Nefes almak bile gelmiyordu içimden.

   “Kulaklarıma yıllardır aşina olduğum kapı zilinin sesi dolarken ayaklarım kendiliğinde hareketlenmişlerdi. Koşar adım kapıya giderken yüzümdeki gülümsemeyi silemiyordum bir türlü. Bir haftadır üniversite sınavı için gittiğimiz kamptaydım ve onları çok özlemiştim. Bu kadar uzun süre ayrı kaldığımız olmuyordu. Dün telefonda annemin ağlamak üzere olduğunu bile hissetmiştim. Sıcacık kollarına girmek için sabırsızlanıyordum. Kapının önüne geldiğimde derin bir nefes alıp kapıyı sonuna kadar açtım ve  “Hoş geldiniz.” diye bağırdım yüzümdeki tebessümle.

   Gördüğüm kişiyle yüzümdeki tebessüm dudaklarımda asılı kaldı. Gözlerimi babamın en yakın arkadaşının gözlerine dikerken orada gördüğüm acıma kırıntılarının kalbime battığını hissettim. Yüzündeki ifadede boğuluyordum.

   Salih Amca’nın dudakları aralandığında gözlerime bakamadığını fark ettim. Bana bakamıyordu. O anda içimde bir şeyler devrildi. Hissediyordum. En derinlerimde korkunç bir acı baş göstermişti ve olanca hızıyla yayılıyordu tüm benliğime.

   “Kızım.” diye başladı konuşmaya. Sesi her zamankinin aksine oldukça kısık çıkıyordu. Sesinde gömülü kelimeler vardı ama beynim irdelemek istememişti.

   Derin bir nefes almaya çalıştı. Zorlandığı belli oluyordu. “Kaza yapmışlar.”

   Kulaklarımda şiddetli bir çınlama başladığında “Lütfen.” diye yalvardım. Sussun istiyordum. Devam etmesin. O an ilk defa gözleri benim gözlerimi buldu. Kan çanağına dönmüş gözlerinden bir gözyaşı yanağına doğru kayarken dudaklarımı sıkıca birbirine bastırıp başımı iki yanıma sallamaya başladım. Yavaş başlayan hareketim git gide hızlanıyordu. “Lütfen.” dedim tekrar. Sesim duyulmayacak olana kadar defalarca tekrarladım o kelimeyi.

   “Allah’ım beni onlarsız bırakma.” Dudaklarımdan son cümlem dökülürken Salih Amca’nın gözlerini kapattığını gördüm. Dizlerimin üstüne çöküp sırtımı kapının kenarını yasladığımda dudağımdan ilk hıçkırığım kopmuştu. Başımı ellerimin arasına alırken gözlerimi sıkıca kapattım. 

   Onlara sürpriz yapacaktım. Az sonra geleceklerdi ve annem beni evde görünce sevinçten ağlayacaktı hatta. Elleri saçlarımı okşarken uyuyakalacaktım bu gece onun kucağında. Gitmemişlerdi. Onlar beni bırakmazlardı. Bırakmazlardı değil mi?
“Babamın işi mi uzamış Salih Amca?”  başımı ellerimin arasından çıkarıp sakince sorduğum soruyla yıllardır bir kere bile sert duruşundan taviz verdiğini görmediğin adam karşımda hıçkırarak ağlamaya başladı. “Söylesene Salih Amca. Toplantısı mı uzamış?” yanaklarımdan süzülen sıcak gözyaşlarına lanet ettim.

   “Kızım.” Salih Amca’nın sesini duyduğumda “Bana öyle seslenme.” diye bağırdım. Annem ve babamdan duymak istiyordum ben, bir başkasından değil.

   “Lütfen söyle. Gelecekler, yoldalar de. Yalvarırım.” Sesim o kadar aciz ve çaresiz çıkıyordu ki. Gerçeği biliyor, hissediyordum. Ama dille söylenmezse gerçek olmayacakmış gibi geliyordu. Kaburgalarımın arasında acı doğmuştu ve o kadar yakıyordu ki canımı. Şimdi kussam sadece acı kusacakmışım gibiydi. Sanki tüm hücrelerim acıdan var olmuş gibi.”

   Zihnimde gürlüyordu acı ve ruhuma yağıyordu çaresizlik.

   Heyecanla açtığım kapının ardında bana bakan acıma dolu bakışlar düşüyordu aklıma. Zorla kımıldayan dudaklardan duyduğum içimi dağlayan haber yankılanıyordu kulaklarımda. Gözlerimin önünde oynuyordu anılar. Tekrar ve tekrar.

   Anılarımızın sindiği evimize giren zihinleri kirli yabancı bedenler aklıma düştüğünde midem şiddetle kasıldı. Elimi kapı koluna atarken “Dur.” diye konuşmaya çalıştım. Duymuş olmasını diliyordum. Araba saniyeler sonra durduğunda kapımı elimden geldiğince çabuk açıp bedenimi dışarıya attım. Köşedeki çalılığa eğilip kusmaya başladığımda boş midem kasılmaktan başka bir şey yapmıyordu.

   Öğürmelerimin arasında ellerimle saçımı arkaya ittim. Yanağıma değen elime buluşan sıcak ıslaklıkla ağladığımı fark ettim. Midem defalarca kasıldı. Boğazıma kadar dolan acı çıkmak istiyordu içimden ama biz birbirimize mahkûmduk. Acı bir sene önce işlenmişti ruhuma, hiç kopmamak üzere bağlanmıştık birbirimize.

   Uzatılan peçete görüş açıma girdiğinde yanımdaki adamı fark ettim. Elindeki peçeteyi alıp dudaklarımı sildim. Peçeteyi elimde sıkarken bu sefer bir su şişesi uzatıyordu. Eğdiğim başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerim gözlerine tutunduğunda onun harelerinde kendi yansımamı gördüm. Yıkılan irademin ardında bıraktığı harabe harelerimde gizliydi. Onun sarsılmayan gözleriyle, benim onun gözlerine düşen yıkılmanın eşiğindeki yansımam büyük bir tezat oluşturuyorlardı. Gözlerimi onun gözlerinden çekip elindeki suyu aldım. “Teşekkür ederim.” Sesim boğuk ve puslu çıkmıştı. Ağzımın içinde gevelemiş gibi olmuştum ama isteyerek yaptığım bir şey değildi. Kelimeler savruluyordu zihnimde.

   Hiçbir şey söylemeden yanımdan uzaklaşıp arabaya bindiğinde ona içimden bir kez daha teşekkür ettim. Yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Etrafa göz gezdirdiğimde yolun bulunduğumuz tarafının yeşillikle kaplı olduğunu fark ettim. Belki de bir ormanın parçasıydı. Arabaların asfalta kayıp giderken çıkardığı seslerden ve rüzgârın uğultusundan başka bir ses duyulmuyordu. Birkaç adım atıp arabadan uzaklaştım. Arabaya sırtımı çevirip kollarımı bedenime doladım ve karlarla örtülü yeşilliğe diktim gözlerimi. Boğazıma biriken hıçkırıkları geri itmeye çalıştım. Gözlerimden akan yaşlaraysa söz geçiremiyordum.

   Şakaklarımda keskin bir acı hâkimdi ve başımın zonkladığını hissediyordum. Kendimi sıktıkça ağrı şiddetleniyordu.

   Kollarımı çözüp elimde eğrelti bir şekilde duran su şişesinden birkaç yudum aldım. Boğazımı yakarak geçmişti. Ağzımda iğrenç bir tat vardı, bu bile tekrardan kusmama neden olabilirdi.

   Saniyeler dakikaları kovalarken ne kadar zaman orada öylece dikildim bilmiyordum. Bir zaman sonra gözyaşlarım yanaklarımda asılı kalmıştı. Soğuk havayla kuruyan gözyaşlarımı hissedebiliyordum. Tenim soğuk havayla uyuşmaya başlasa da ihtiyacım olan şey tam olarak buymuş gibi hissediyordum. Zihnimde dönen onlarca düşünceden kurtulmanın tek yolu uyuşmakmış gibi geliyordu.

   Arkamda arabanın kapanan kapısının sesini duydum. O sesi karı ezen botların düzenli sesi takip etti. Sesler kesildiğinde bedeninin varlığını hemen sağ tarafımda hissediyordum. Başımı sakince çevirip ona baktım. Benim gibi gözlerini karla örtülmüş yeşilliğe dikmişti. Onun da zihninde bir şeyler döndüğüne emindim. Ellerini siyah kabanının ceplerine sokmuş, yüzündeki değişmeyen ifadeyle yanımda dikilen adamı tam manasıyla hiç görmediğimi fark ettim o an. Onu tanımıyordum bile ve şu an tanımadığım bu adamın arabasına binmiş nereye gittiğimi bile bilmeden sadece gidiyordum.

   Benim yolumu bir anda kesmiş, evimde beni öldürmek için bekleyen adamlar olduğunu söylemiş, benimle birlikte kaçmış, beni arabasına almıştı. Kimdi bu adam? Neden bunu yapıyordu?

   “Sen kimsin?” sorum aramızdaki sessizliği parçalara ayırıp yok ederken yalnızca iki kelimede onlarcası gömülüydü. Bedenimi tamamen ona döndürüp gözlerimi yüzüne diktim. Usulca başını bana doğru çevirdi. Gözleri ilk önce yüzümde dolaşmış, daha sonra gözlerimi bulmuştu. Hareleri harelerime tutunurken aramızda uzayan sessizlik cevaplara gebeydi. Eksik, bölük pörçük, acı ama bir cevap…

Ümmügülsüm.

6 Haziran 2017 Salı 22:39

Devamı gelecek...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)