ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)


6.BÖLÜM: “ÇARESİZLİK” (Part 2)

   Olabildiğince seri adımlarla evin önünden ayrılırken gözlerim istemsizce etrafı kolaçan ediyor, biri tarafından görülmenin endişesi yanımdan ayrılmıyordu. Bileklerimi geçen kar yürümemi zorlaştırsa da olabildiğince seri adımlar atıyordum. Bedenimdeki kırgınlık evden çıkarken dik tutmaya çalıştığım bedenimi yavaş yavaş eğmeye başlamıştı. Gücüm biraz da olsa yerindeyken olabilecek en hızlı şekilde köyden çıkmalıydım.

   Omzumun üstünden arkamda kalan eve baktığımda zihnimin içine sızan düşüncelere engel olamadım. Ardımda benim için dün geceden beri endişelenen ve didinen güzel yürekli bir insan bırakmıştım. Elindeki kahvaltıyla içeriye girdiğinde beni bulamamanın yüzünde oluşturacağı hayal kırıklığı ve endişe gözümün önünden geçtiğinde suçluluk duygusu tüm ruhumu kuşattı.

   Çaresizlik bir ruha sızdığında diğer tüm duyguların, düşüncelerin üstüne bir sis gibi çöküyordu. İnsanın elini kolunu bağlıyor, önündeki tüm seçenekleri bir bir ortadan kaldırıyordu. Ruhum bir bilinmezlik çukurunun içinde debelenirken çaresizlikle dolan çukur beni tamamen çıkmaza sürüklüyordu. Çıktığım yolun sonunda beni neyin beklediğini, yarın sabah nerede uyanacağımı, hatta yarına uyanıp uyanamayacağımı; hiçbir şey bilmiyordum.

   Korkuyordum. Korku nefesimi kesecek, canımı yakacak kadar şiddetliydi. Korku, beni ayakta tutuyordu. Zeynep’e bir şey olmasından, kimsesizliğime yoldaş olan kimsesizimi kaybetmekten, onun gözlerindeki yaşam ışığının sönmesinden deli gibi korkuyordum. Keskin soğuk bedenime yakıcı darbeler indirirken adım atmamı sağlayan, hastalık tüm hücrelerime yayılmışken param, telefonum ve hatta eve gidecek yol hakkında hiçbir fikrim olmadan yola çıkma cesaretini bana veren; hepsi içimde dolanan korkunun yansımasıydı.

   Paltosuna sıkı sıkıya sarınmış yaşlı bir adam yanımdan geçip giderken bakışlarımı evden çekip kendime köyden çıkana kadar düşünmeyi yasakladım ve önüme döndüm. Olabildiğince büyük ve seri adımlarla ilerlemeye çalışsam da kar ve hastalık beni epey yavaşlatıyordu. Beş dakikanın sonunda ilerlediğim yol az bile olsa bedenimdeki güç çekilmiş gibiydi. Gözlerimin önündeki siyah noktalar çoğalırken bir anlığına her şey karanlığa büründü. Yere basmaya çalışırken dengemi kaybettiğimde ellerim tutunacak bir şey ararcasına havalandı ama karların içine düşmekten kaçamamıştım.

   Kaslarım düşmenin şiddetiyle sızlarken bir an oturduğum yerden kalkamayacağımı düşündüm. Karla ıslanan pantolonumdan sızan soğuk titrememi arttırırken içimde doğan ağlama isteğini bastırmak için dudaklarımı dişleyip gözlerimi yumdum. Her şey zaten oldukça zorken daha da zorlaşmak için çabalıyordu. Göz kapaklarıma Zeynep’in gülümseyen yüzü dolduğunda ondan güç alıp ellerimle kardan destek aldım ve biraz zorlansam da bedenimi yerden kaldırdım. Üstümdeki karları silkelerken bir yandan boğazımdaki acıyla öksürüyor, bir yandan da soğuğu ve bedenimdeki acıyı yok saymaya çalışıyordum. Önümdeki yolun bilinmezliği ve uzunluğu içimdeki umutsuzluğu perçinlese de yürümeye devam ettim.

   Yaklaşık on beş dakikanın sonunda dün gecenin hatıralarını taşıyan evin önündeydim. Zihnime sızmaya çalışan düşünceleri engelleyip gözlerimi evden çektim ve dün arabayla geldiğimiz taşlı yola ve onun yanında uzanan ve uçsuz bucaksız gözüken ormana göz gezdirdim. Ormandan geçmek daha kestirme olacak gibi gözükse de kaybolma ihtimalim göz ardı edilemeyecek kadar yüksekti. Yine de kaslarım ve eklemlerimdeki sızı hat safhadayken, bedenim soğuktan kaskatı kesilmiş titrerken ve botlarım beş dakikadır keskin kar suyunu sızdırırken kaybolmakla yolun uzamasının eş değer olduğunu hissediyordum. Bir yerde çöküp kalma ihtimalim kaybolma ihtimalimden daha olasıydı. Zihnimde dolanan Zeynep’in gülümseyen yüzü olmasa şu an bile olduğum yere yığılabileceğimi biliyordum.

   Dün ormanda yükselen silah sesleri beynimin duvarlarında yankılanırken uzun bir süre kulaklarımdan bu sesi silemeyeceğimi hissediyordum. Dün yaşananlar istemsizce gözümün önünden geçerken ormanda ilerlemeye başladım.

   Ağaçlardan destek alarak karların içinde yürürken beş dakikada bir tutunduğum ağaca yaslanıp derin nefesler alıyordum. Botların içindeki çıplak ayaklarım soğuğun etkisiyle uyuşmaya başlamış, yüzüm soğuğun etkisiyle kaskatı kesilmişti.  

   Hastalığın tüm hücrelerime işlendiğini hissediyordum. Arada tutulduğum öksürük nöbetleri bitkin olan vücudumu daha da güçten düşürüyordu. Yine bir ağaca yaslanıp derin nefesler alırken ciğerlerim yanıyordu. Yürümekten şişen dalağımın sancısını hissedebiliyordum. Aldığım nefesler bile canımı yakıyordu. Bedenimin ağırlığını ağaca biraz daha verirken gözlerimi yumdum.

   Ne kadardır yürüdüğümü kestiremesem de kaybolmuş olma ihtimalim oldukça gerçek gelmeye başlamıştı. Tahammül sınırımda dolaştığımı, pes etmenin kapıya dayandığını hissediyordum. Tüm gücüm çekilmiş gibiydi ve ağacın dibine çöküp kalmamak için kendimle savaşıyordum.

   Sağ gözümden akan sıcak yaş soğuktan kaskatı kesilmiş yüzümde değdiği yerleri sızlatırken gözlerimde biriken yaşlar benim kontrolümde değildi. Vücudumdaki acı görmezden gelinme aşamasını geçeli çok olmuştu.

   Kulaklarımdaki uğultunun arasında belli belirsiz duyduğum araba sesleriyle göz kapaklarımı zorlukla araladım. Ağaçların arasından seçilen ana yola bakarken içimde küçük de olsa bir umudun yeşerdiğini hissettim. Güçlükle bedenimi ağacın kalın gövdesinde ayırırken cebimdeki birkaç bozuklukla binebileceğim bir otobüs bulmayı umuyordum. İçimde yeşermeye başlayan bir umudun daha yok olmasını izlemek istemiyordum.

   Küçük adımlarla ana yola kadar geldiğimde yanımdan geçip giden arabaların rüzgârı bile olduğum yerde titrememe yetiyordu. Asfalt arabalar için karlardan temizlenmişti ve en azından bileğimi aşan kar sınırı olmadığı için ormandakinden daha rahat yürüyebiliyordum.

   Aldığım kesik nefesler bana yetmemeye başladığında dakikalardır geçen araba sayısının azlığı ve hiç otobüsün geçmemesi gerçeğiyle olduğum yerde durdum. Yüzüm asfalta dönüktü ve arada geçen tek tük arabanın sert rüzgârı yüzüme çarpıyordu. Saçlarım rüzgârla savrulurken yüzüme gelenleri çekebilecek gücü kendimde bulamadım.

   Çaresizlik usulca ruhuma sokulduğunda önümde hiçbir seçeneğin kalmadığını, soğukla titreyen bedenimin yanında ruhumun da açıkta kaldığını hissettim. İradem yavaşça zihnimden uzaklaşmaya başlamıştı ve saniyelik olarak bilincimin gidip geldiğini ayırt edebiliyordum. Yürümeye çalıştığımda adımlarım birbirine dolandı ve tökezledim. Ellerim yüzümü bulduğunda tenimin yakıcılığıyla afalladım. Tenim altında bir volkan kaynıyor gibi yanıyordu.

   Görüşüm bulanıklaşırken bir arabanın yavaşlayıp önümde durduğunu hayal meyal seçebilmiştim. Başım dönerken bir elimle yanımda duran arabaya tutunurken bir elimle de dönen başımı tutmuştum. Sürücü kapısının açılıp kapandığını seslerden ayırt edebilsem de gözlerimi asfalta diktiğim için hiçbir şey göremiyordum.

   “İyi misiniz?” duyduğum yabancı sesle gözlerimi sıkıca kapatıp tekrar açtım ve kendime gelmeye çalışıp bakışlarımı yanımda duran adama çevirdim. Yüzüm nasıl gözüküyordu bilmiyordum ama adamın gözlerinden dehşete kapıldığı okunuyordu.
Başım tekrar şiddetle dönmeye başladığın gözlerimi tekrar kapatmak zorunda kaldım. Adamın koluma girmesiyle itiraz etme düşüncesi zihnimden geçse de kendimde itiraz edecek gücü bulamadım. Bedenim koltuğa bırakılırken bilincim hala benimle olsa da hiçbir uzvumu hareket ettiremiyordum. Arabanın içindeki sıcaklıkla bedenim gevşerken her şey boşluğa gömüldü.

   “Esen sonbahar rüzgârı annemin özenle ördüğü saçlarımda gezinirken boş sokakta gözlerimi gezdirdim. Sokağı, içime yaydığı tanıdıklık hissiyle daha dikkatli incelemeye başladım. Köşe başından geçen eskici tüm gücüyle “Eskicii…” diye bağırırken koşan iki kız çocuğu girdi görüş açıma. Öndekinin saçları benim gibi arkadan örülmüşken arkadakinin atkuyruğu halinde toplanmış saçları koştuğu için savruluyordu. Yakalamaca oynadıklarını fark ettiğimde yüzümde özlemle dolu bir tebessüm doğdu.

   Aynı saniyeler içinde öndeki kızın acı dolu çığlığı sokakta yankılandı. Yere düştüğünü gördüğümde hızla oturduğum kaldırımdan kalktım. Onlara doğru koşar adım giderken dizine bakıp ağlayan kızın acısını dizimdeki sızı da hisseder gibi oldum. Aramızda on metre kadar kalmışken arkadaşının yardımıyla yerden kalkan kızın yaşlı gözleriyle göz göze geldim.

   O, gözü öylesine bir yere değmişçesine gözlerini hızlıca üstümden çekerken ben olduğum yerde kalakalmıştım. Bacaklarım titrerken olduğum yerden onları izliyordum. Boğazımda bir yumru oluşmuş gibi istemsizce defalarca yutkundum. İki göğsümün arasında doğan acı tanıdıktı. Bu sokak, o kaldırım, balıksırtı örülü saçlar, kanayan diz, akan gözyaşları tanıdıktı.

   Cebinden çıkardığı peçeteyle arkadaşının dizini temizleyen kıza bakarken gözlerimin yandığını hissettim. Bir yandan okşarcasına peçeteyi dizine değdirirken bir yandan da canını acıtıp acıtmadığı ölçercesine arkadaşının yüzünü inceliyordu.

   “Özür dilerim, benim yüzümden düştün. Çok acıyor mu?” hiçbir suçu olmamasına rağmen tüm suçu üstlenen kıza bakarken ağlama isteği boğazıma kadar tırmanmıştı. Ağlaması iç çekmelerine karışan küçük kız dolu dolu gözleriyle arkadaşının yüzüne bakıyordu.

   Kanı temizleyen kız arkadaşının dizini doğru eğilip tüy gibi bir öpücük kondurduğunda bir gözyaşı süzüldü yanağımdan. “Öpünce geçer dedi dün parktaki teyze. Gerçi o anneler öpünce geçer demişti ama olsun. Belki ben öpünce de geçer, geçmezse eve gidince annene söyle o öpsün, olur mu?” Masum sesinden, güzel kalbinden öpmek istediğim çocuğa bakarken kalbimin acıyla burkulduğunu hissettim.

   “Anneler öpünce geçiyor mu sahiden, Şimal?” gözlerinde gördüğüm ifadede boğulurken tıpkı yıllar önce o kaldırımda otururken olduğu gibi dudaklarımın mıhlandığını hissettim. Annesizliğe doğduğu ilk an mahkûm olan bir çocuğun yaralı yüreğinden kopan bir soruydu bu ve yine yüreğe dokunuyordu.

   Dilimizden dökülürken geride derin ve acı bir tat bırakan cümleler vardı. Dudaklarımızdan sızan kelimeler kulaklarımızda yankı bulduğunda kelimelerin sancısını ruhumuzda hissederdik. Kelimeler kelime olmaktan çıkar, tonlarca ağır bir yük gibi omuzlarımıza çökerdi. Zeynep’in altı yaşında sorduğu o soru zihnime işlenmiş, her duyduğumda aynı şekilde acıyla diriliyordu.”

   Rüyanın artçıları ruhumda sürerken bilincimin yavaşça zihnime süzüldüğünü hissettim. Olduğum yerde kıpırdanmaya çalıştığımda vücudumu saran şiddetli acıyla ağzımdan istemsizce bir inleme döküldü. Derimin altında keskin iğneler yatıyor ve her hareketimde canımı yakıyor gibiydi.

   Bilincim beni terk etmeden önce olanlar zihnime dolmaya başladığında sızlayan göz kapaklarımı zorlukla araladım. Başım sürücü koltuğunu görebileceğim şekilde koltuğa yaslandırılmıştı. Karşımdaki yabancı çehreyi izlerken kendime gelmeye başladıkça beynimde onlarca ses yükselmeye başlamıştı. Şakaklarımdaki acıyla dişlerimi sıkarken yerimden doğrulmaya çalıştım. Dudaklarımdan kaçan inlemelerim sayesinde adamın dikkatini çekmiş olmalıyım ki endişeli bakışları yoldan ayrılıp beni buldu.

   Sormak istediğim sorular dilime birikse de ağzımın içindeki kuruluk yüzünden zorlukla yutkunmakla yetindim. “Yolun kenarında her an bayılacakmış gibi yürüdüğünüzü görünce durdum. Bilincinizi kaybettiğiniz için arabaya almak zorunda kaldım. Ateşiniz vardı ve yüzünüz kireç gibiydi. On dakikaya şehir merkezindeki hastanede olmuş oluruz. Nasıl hissediyorsunuz?” Sorduğu soruyu cevapsız bırakırken ben sormadan açıklama yaptığı için içten içe ona minnettar oldum. Kendimde soru sorabilecek gücü bile bulamıyordum.

   Kötü niyetli olsa bilincim yerinde değilken bana dilediğini yapabileceğini bildiğimden ona güvenmeyi seçtim. Başka pek bir seçeneğim de yok gibiydi. Çok rahat bir şekilde beni alt edebilecek durumdaydı. Bağırıp yardım isteyebileceğimden bile şüpheliydim. Gözümü onun yüzünden çekip yolu izlemeye başladığımda tanıdık yollar biraz daha rahatlamamı sağlamıştı.

   Boğazımın acısıyla öksürmeye başladığımda bir öksürük krizinin daha geldiğini anlamıştım. Her öksürükte vücudum dayanılmaz bir şekilde ağrıyordu. Uzatılan su şişesinden zorlukla birkaç yudum aldığımda nefes nefese kalsam da öksürüklerim dinmişti.

   Bir gözü yoldayken torpidoyu açıp elini içinde gezdiren yabancı adamı izlerken derin nefesler alıyordum. Elime bir ilaç kutusu bırakıp “Bunu için, daha iyi hissedersiniz.” dedi. Dediğini yapıp ilacı ağzıma attığımda kuru boğazımdan zorlukla inmişti.
Gözüm radyonun yanındaki saate kaydığında saatin bir buçuğu geçtiğini görmemle bedenime bir telaş dalgası hâkim oldu. Yarım saat sonra evde olamazsam Zeynep’e yapabilecekleri şeyleri düşünmek bile istemiyordum. “Hastaneye gerek yok. Beni şehir merkezinde bırakabilir misiniz? İyiyim ben.” Titreyen sesim yalanımı ele verse de elimden gelenin en iyisi buydu.

   Adam çatılan kaşlarıyla benim yüzümü incelerken ifadesiz gözlerle onu izlemekle yetiniyordum. “Emin misiniz? Bir saattir bilinçsiz bir şekilde yatıyorsunuz, hastaneye gitsek iyi olur.” İyi olmadığımı biliyordum. Tüm bedenim uyandığım ilk andan beri iyi olmadığını haykırırcasına acıyla sızlıyordu ama Zeynep için saat ikide evde olmalıydım.
Tam konuşmak için dudaklarımı araladığım sırada arabayı yabancı bir telefon melodisi doldurdu. O cebinden telefonu çıkarıp kulağına dayarken ben de onu izliyordum. Gözleri yolda karşıdakini dinlerken gözlerim bir anlığına bana dönse de çok geçmeden yola dönmüştü. Yüz hatları keskinleştiğinde daha fazla onu izlememeye karar verip başımı dışarıya çevirdim ve yolu izlemeye başladım.

   “Evet.” diye mırıldandı. “Tamam.” Kısa cevaplardan sonra telefonu kapatmış olacak ki arabaya yeniden sessizlik doldu. Gözüm saate kaydığında yirmi dakikadan az kaldığını gördüm. Ona döndüğümde düşünceli bir şekilde kaşlarını çatmış yola odaklandığını gördüm.

   “Lütfen beni şehir merkezine bırakın. Eve gidersem çok daha iyi hissederim.” Başıma ne geleceğini bilmediğim bir yere gidecek olsam da adamı ikna etme için bu yalanı söylemem gerekiyordu. Son cümleyi söylerken dilim sızlamıştı. Eskiden olsa eve gittiğimde gerçekten daha iyi hissederdim. Şimdiyse bilinmezliğe doğru yürüyordum.
Birkaç saniye yüzümü inceleyip “Tamam hastane istemiyorsanız gitmeyelim ama en azından nereye gitmek istediğinizi söyle sizi oraya bırakayım. Bu halde yürümeniz bile çok zor.” Vakit bu kadar daralmışken ve vücudum koltukta güçsüz yatan bir kukladan farksızken başımı aşağı yukarı sallayıp teklifine itiraz etmemeyi seçtim. Evime yakın bir yerin adresini söyleyip yorgun bir şekilde koltuğa yaslandım.

   İçimde dakikalar üzerime devrildikçe büyüyen bir sıkıntı vardı. Gördüğüm rüyanın kalıntıları zihnimde dolaşırken Zeynep’in yüzü aklımdan çıkmaz olmuştu. Eve vardığımda ne yapabileceğimi kestiremesem de onu bu işten soyutlamak için elimden geleni yapacaktım.

   Aklıma bir anlığına Berzahlar gelse de düşünmeme zaman kalmadan araba evimin olduğu sokağın başında durmuştu. Adama dönüp “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım. “Rica ederim. Dikkat edin kendinize.” Başımı belli belirsiz sallayıp kapıyı açtığımda içeri dolan soğuk havayla titrememek için dişlerimi sıktım.

   Dışarıya çıktığımda dizlerimin titrediğini fark etsem de dişlerimi sıkıp yürümeye başladım. Oldukça yavaş ve küçük adımlar atsam da elimden daha fazlası gelmiyordu. Araba birkaç dakika sonra hareket ettiğinde dönüp ona bakmadım.
Sokaktaki kar yürümemi zorlaştırırken az sonra beni neyin beklediğini bilmemenin getirdiği korkunun soluğunu ensemde hissediyordum. Normalde üç dakikada gelinecek yolu on dakikada yürüdükten sonra evimin önündeydim. Dün koşarak kaçtığım adamlara şimdi kendi ayaklarımla gelmiştim.

   Nefeslerim yürümekten ve içimde saniyeler geçtikçe artan korkudan dolayı düzensizdi. Eve yaklaşırken kalbimin boğazımda attığını hissediyordum. Kulaklarımda şiddetli bir uğultu başladığında gözlerimi birkaç saniyeliğine kapayıp kendime gelmeye çalıştım ve daha fazla düşünmeden evin kapısının önüne kadar geldim. Çalmak üzereyken kapının aralık olduğunu görmemle afalladım. İçimdeki korku büyürken elimle kapıyı ittim. Kapı arkaya doğru yavaşça açılırken karşımda yerde yatan Zeynep’i görmemle “Zeynep.” diye istemsiz bağırmıştım. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Bacağına alelade sarılmış beyaz bezin yarısı kan kırmızısına boyanmıştı ve bilinçsizce karşımda yatıyordu. Olabildiğince büyük adımlarla ona gitmeye çalışırken arkadan enseme değen soğuk metalle olduğum yerde donakaldım.

   “Hoş geldiniz küçük hanım. Biz de sizi bekliyorduk.” Telefondaki iğrenç sesi duyduğumda midemin bulandığını hissettim. “Yavaşça bana dön bakalım.” Her ne kadar dediğini yapmak istemesem de ensemdeki baskı arttığında gözlerimi kapatıp yavaşça dönmeye başladım.

   “Kendi ayaklarınla geleceğine ihtimal vermiyordum doğrusu, beni şaşırttın.” İğrenç kahkahasını duyduğumda dişlerimi birbirine bastırıp öğürmemek için kendimi tuttum.
Yüzümü ona döndüğümde soğuk metali bu sefer alnımda hissettim. Gözlerim hala sıkı sıkıya kapalıyken alayla “Kurtarıcın nerede?” diye sormuştu. “Yoksa ondan kaçıp mı bana geldin?” Kahkahası tekrar duyulduğunda midem kasıldı. “Gözlerini aç.” Silahı alnıma bastırdığında titreyen göz kapaklarımı yavaşça açtım.

   Yüzüme alayla sırıtarak bakan adamı gördüğümde yüzüne tükürme isteğiyle dolup taştım. Gözlerim arkasında açık bıraktığım kapıya kaydığında içeriye giren bedenle yüzümdeki ifade dondu. Tanıdık hareleri harelerime tutunurken sağ elinde tuttuğu silahı adamın kafasına dayamıştı.




27 Ekim 2017 01:25

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"