YOL AYRIMI



  Sakinleşmek için aldığım derin nefesler soluk boruma batıyordu. Gözlerimde şahit olduğum gerçeğin yangını başlamıştı. Söndürmek için akan gözyaşlarım yangını harlıyordu. İrademi zihnimin içinde dolanan düşüncelerin arasında kaybetmiştim.                 

  Yürüyordum, nereye gittiğimi bilmeden. Karanlık, sokağı örtmüş; ayrıntıları ustalıkla gizliyordu. Gözlerimden akan yaşları sadece onları kucaklayan kaldırım taşları biliyordu. “Sokağın ortasında yatan cansız bedeni de saklayabiliyor mudur, karanlık?” diye düşündüm. “Bu vebalin altında yalnız mıyım, yoksa karanlık da benimle mi?”

  Adımlarım yavaşlamaya başlamıştı. Gözyaşlarım görüşümü silikleştirmişti. Ellerimi gözlerimi bastırıp sertçe silerken göz kapaklarımdaki gerçekleri söküp atmak istedim. Ben bir cinayete şahit olmuştum. Bu gözlerin önünde bir adam öldürülmüştü.

  Cansız bedeni yere düşerken yere çarpan alyans, sıkıca tuttuğu market poşetlerinin birini kaplayan bebek bezi. İçim acıyla kavruldu. Evinde bekleyen bir eşi, hatta bir bebeği vardı. Sonra, katilin benim babam olduğu gerçeğiyle sarsıldım. Benim babam, başka bir babanın canını almıştı. Vücudum sıtmaya tutulmuş gibi titrerken kulaklarımda silahın sesi çınladı.

  Bacaklarım vücudumu taşıyamaz olduğunda sağ elimle en yakınımdaki duvardan destek aldım. Soğuk taş tenimi ısırmıştı. Ben kendime gelmeye çalışırken karanlığı keskin bir bıçak gibi kesen yoğun ışıkla gözlerim kısıldı. Boş yolu aydınlatan far, bir uzun yol otobüsünden geliyordu. Ellerim istemsizce havalandı. Birkaç dakika içinde otobüs önümde durmuş ve otomatik kapısı kayarak açılmıştı. Şoförün bakışlarını üzerimde hissediyordum. Temiz havayı son kez ciğerlerime doldurup nereye gittiğinden bihaber olduğum otobüsün merdivenlerini tırmandım. Otobüsün içindeki boğucu hava yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Cebimdeki parayı şoförün önüne bırakıp soru sormasına fırsat vermeden ilerlemeye başladım. Koltuk başlıklarına tutunup yarı uyur yarı uyanık yolcularla göz göze gelmemeye çalışıp boş bir yer aradım. Bulduğum boş koltuğa bedenimi bırakırken ruhum cinayetin işlendiği sokakta kalmış; oturduğu kaldırımdan, yavaş yavaş oluşan kan gölünü izliyordu.

  “İyi misin, kızım?” varlığını yeni fark ettiğim uğultu, kulaklarımdan yavaşça çekilirken sesler anlam kazanmaya başlamıştı. Endişe ve şefkatin harmanlandığı sesin sahibine döndüm.

  Yılların yorgunluğunun oturmuş olduğu gözlere bakarken tanıdıklık hissiyle doldum. Karşımdaki kadının da gözlerime bakmasıyla bir anda irkildiğini fark ettim. Gözleri kısılmış, eskisinden daha dikkatli bakıyordu. Başımı iyi olduğumu anlatmak istercesine belli belirsiz sallayıp kafamı çevirdim. Sorgulanmak şu an isteyeceğim en son şeydi. Saatler önce söylediğim yalanın yanında, iyi olmadığımı saklamak bir hiç kalıyordu.

  Önüme uzatılan kapağı açılmış su şişesini görünce isteksizce kadına döndüm. “Gözlerin kan çanağına dönmüş, yavrum. İç biraz, rahatlarsın.” Cevap beklemeden dudaklarıma dayattığı şişeden akan su, boğazımda derin bir sızı bırakarak geçip gitmişti. Parmaklarımla şişeyi tutup birkaç yudum daha aldım ve dudaklarımdan uzaklaştırdım.

  “Teşekkürler.” Sesim çatlamış olsa da duyulacak kadar yüksek çıkmıştı. Endişeyle çatılmış kaşlar düzelirken yüzü bir gülümsemeyle aydınlamıştı. Dudaklarındaki hareketle gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklıklar, yaşanmışlıkları anlatıyordu. Daha fazla konuşmak istemediğimi anlatmak istercesine önüme döndüm. Terden yüzüme yapışan saçlarımı yüzümden çektim. Evden çıkmadan önce boynuma astığım çantanın içinde ıslak mendil bulma umuduyla fermuarı açtım. Islak mendil ararken elime gelen kitapla bozguna uğramıştım. İstemsizce çekip çıkardığım kitap, yaşananları unutamayacağımı kanıtlar nitelikteydi. Cinayetten dakikalar sonrası zihnimde tekrardan canlanırken onları engelleyecek gücü kendimde bulamadım:

  “Adımlarım bile birbirlerinden kaçar gibi düzensiz ve dengesizdi. Durmadan tökezliyor ve dengemi tekrar sağlamak için birkaç dakika harcıyordum. Takip edilme hissinin verdiği telaşla geriye dönen başımı engelleyemiyordum. Dışarıdan bir suçlu gibi gözüküyor olmalıydım. Ya da bir hırsız. Gerçekleri çalıp yerine yalanları yerleştiren bir hırsız.

  Etraftaki gözlerin sahipleri sanki söylediğim yalanları, çaldığım hayatları, sakladıklarımı biliyorlarmış ve bana o gözle bakıyorlarmış gibi hissediyordum. Vicdanımın sesi bütün benliğimde hüküm sürüyor, “Geri dön.” diye bağırıyordu. “Gerekeni yap.” Nefsim bencilce vicdanıma meydan okurken geri dönmek için hiçbir eylemde bulunmuyordum.

  “Hanımefendi, bakar mısınız?” İçimdeki gürültü bir anlığına susmuştu. Küçük bir sese bile duyarlı hale gelen kulaklarım, duyduğu sesleniş kelimeleriyle beynimi uyarmıştı. Aniden ayaklarım hareket etmeyi kesti. Bakışlarım hızla etrafımda dolaştı. Seslenişe karşılık verecek bir “hanımefendi” arıyorlardı. Kimseyi göremeyince bir an da tüm vücudum panikle doldu. Omzumun üstünden arkama baktığımda bana yaklaşmakta olan nefes nefese kalmış polis memuruyla göz göze geldim. Benim durduğumu görünce daha sakin adımlar atan adamı izlerken avuç içlerim terlemeye başlamıştı. Yüzünü seçebileceğim kadar yakınıma geldiğinde içimden sakin olmam gerektiğini sayıklıyordum. Ellili yaşlarının sonunda gözüken saçları seyrek ve yer yer beyazlamış adam, kısa boyu ve yuvarlak yüzüyle bana yıllar önce yaptığım bir hatayı hatırlatıyordu.

  Polis memuru iki adım ötemde durduğunda derin bir nefes alıp içimdeki sıkıntının havaya karışıp kaybolduğunu hayal ettim. Beni rahatlatması gerekirken daha da huzursuz olmama sebep olmuştu.

  “Kusura bakmayın, rahatsız ediyorum. Az önce bu kitabı düşürdünüz sanırım.”  Beklemediğim cümleler bir an afallamama neden olmuştu. Yüz ifademin beni ele verdiğini adamın çatılan kaşlarından anlamıştım. Kendimi toparlayıp adamın bana doğru uzattığı sağ eline baktım. Elinde söylediği gibi bir kitap vardı. Kaşlarım çatılacak gibi olsa da kendimi toparlayıp dudaklarımı tebessüm edebilmek için zorladım.

  “Teşekkürler.” sesimin çatallaşmasını ve olduğundan daha kısık çıkmasını yok saymaya çalıştım. Dikkatimi elimde kitaba versem de adını dahi bilmediğimi fark etmiştim. Gözlerimi bir an bakışları üzerimde olan adama çevirdiğimde kitabı tutan elime baktığını gördüm. Kitabı dikkat çekmeyecek bir hızla çantama koydum. Bir an önce buradan uzaklaşmalıydım. Kısa bir baş selamı verip arkamı döndüm. Hızlı ve büyük adımlarla ilerlerken boş sokakta yankılanan sesle durdum: “Bir dakika!”

  Yavaş bir şekilde arkamı dönerken polis memuru aradaki mesafeyi kapatmak adına bir iki adım atmıştı. “Hiç şüpheli bir şahısla karşılaştınız mı? Size garip gelen biri ya da birileri?”kısılan gözleri ve alçalan sesiyle sorduğu soruya yutkunmamak için derin bir nefes aldım.  Sırtımdan aşağıya akan soğuk ter damlası gerçeklerin soluğuydu ve tenimi yakmıştı. “Evet.”, “Neden sorduğunuzu da sorduğunuz sorunun cevabını da biliyorum.” demek istedim.

  “Hayır.” ama dudaklarım bana ihanet etmişti. En büyük yalanım dökülmüştü dilimden. Gözlerimi kapattım birkaç saniyeliğine. Ruhuma bir yalanın daha ağırlığı işleniyordu. Yutkunduğumda boğazımda oluşan kavis bir yalanı anlatıyordu. Adam sessizce başını sallayıp arkasını döndüğünde ben hareket edemiyordum. Koşar adım ilerleyip sokağın köşesinde gözden kaybolan polis memurunun arkasından bakmakla yetindim.

  Arkamı döndüm ve yürümeye başladım. Arkamda gerçekleri bırakırken yanımda yalanlarım vardı. Omuzlarımda gerçeklerin ağır yükü, nereye gittiğimi bilmeden yürüdüm. Zihnime çöken kara bulutlar düşünmem için engeldi.”

  “Zamane gençleri dalıp dalıp gidiyorlar böyle.” Yan koltukta duyduğum sesle gözlerimin önündeki anlar havaya karışıp kayboldu. Geride sadece can yakan anılar kalmıştı. Benim onu duyduğumu anlayan kadın yerinde dikleşmiş ve yaşına göre oldukça dinç bakan gözlerini gözlerime dikmişti.

  “Benim de bir torunum var. Oğlumun da benim de canıma okuyor. Söylediğimizi duymaz, duyduğunu da dinlemez.” Bir anda anlatmaya başladığı yaşantısı beni rahatsız etmişti. Rahatsızlığım anlamış olacak ki sessizlik uzun süre aramızda asılı kaldı.

  Telefonumun melodisi otobüsteki alışılmış sessizliği dağıtırken, aynı zamanda rahatsızlık nidaları derin bir iç çekmeyle havaya bırakılıyordu.

  Kucağımda öylece duran telefon susmak bilmiyordu. Kapatıp bir yere koymak benim elimdeydi ama parmaklarım işlevini kaybetmiş, öylece koltukta uzanıyorlardı. Birkaç dakika sonra ses kesildiğinde otobüs bir an yine sessizlikle dolmuştu ama çok uzun sürmeden yine parçalara ayrılıp yok oldu. Ekranda yanıp sönen ışıkla açığa çıkan isim beni titretmeye yetiyordu. Sanki telefon babamın tetiği çekerkenki soğuk bakışlarına dönüşmüş bana bakıyordu.

  Kucağıma uzanan el,  aramayı reddederken minnetle gözlerinin içine bakmakla yetindim. “İstersen cam kenarına geç. Dışarıyı izlersin biraz.” Önerisini sessizce kabul ettiğimde yer değiştirmiştik. Kalktığım koltuğa yerleştikten hemen sonra gözlerini kapatan kadın, uyuma karar vermiş gibi gözüküyordu.

  Ben de gözlerimi kucağıma indirdiğimde polis memurunun elime tutuşturduğu kitapla karşılaştım. Omuz omuza vermiş iki erkek çocuğu kaplıyordu sayfayı. Bir gökyüzü ve süzülen uçurtma. “Uçurtma Avcısı” Kitabın kenarına iliştirilmiş renkli kağıt dikkatimi çekti ve kitabı aralayıp o sayfayı açtım. Bir paragrafın yanına yapıştırılmıştı. Okumaya başladığım cümlelerin boğazımda takılı kaldığını hissettim.

  “Yalan söylediğin zaman, bir insanın gerçeğe ulaşma hakkını çalmış olursun.” Yelkovan akrebi kovalarken sayfayı gözlerimle eskitmiştim. Defalarca okuduğum cümle midemin acıyla kasılmasına sebep oluyordu.

  Yalan. Dilden akan zehirli kelimeler. Zehir çıktığı yerden yayılmaya başlıyor ve söyleyen kişiyi tüketmeden gitmiyordu. İçten içe doğduğu yeri kemiriyor ve geriye pişmanlığın darağacında sallanan bir ruh bırakıp gidiyordu.

  İçimde büyüyen sıkıntıyla birlikte cama döndüm. Buğulanmış cam dışarıyı görmemi engelliyordu. Kazağımı çekiştirip camı silmeye başladım. Görüntü netleşmeye başladıkça binlerce gözün değip geçtiği yollar, gerçekleri hatırlatmaya başladı.

  Kederli bakışlara misafirlik etmiş bu asfalt; kaçışlara, kaybedişlere şahitti.

  Kaçış. Ruhumun en ücra köşelerinde kalmış, dürüstlüğü ilke edinmiş, o küçük kız çocuğundan kaçıyordum.

  Başımı soğuk cama yasladım yavaşça. Soğuk tenimi ısırırken gözlerimi kapattım. Göz kapaklarım gözlerimi örterken aynı zamanda her ayrıntısını hatırladığım anıları da gün yüzüne çıkarmıştı.

  “Yalan söylediğim polis memurunun bana hatırlattığı gün su yüzüne çıktı, ilk önce. Serseri çocukların yaptığı kavgada yaralanıp bayılan adamı ve yardım bekleyen annesinin bakışlarını yok sayıp oradan kaçışımı hatırladım.”

  Tenim karıncalanırken “ Bu sadece biri.” diye fısıldadı vicdanım.

  “Babasının karşısında iki büklüm benim doğruları söylememi bekleyen arkadaşıma yalan söyleyerek en büyük ihaneti yapmıştım. Azar işitmemek için gerçekleri saklamış, belki de arkadaşımın dayak yemesine sebep olmuştum.”

  Bunlar gibi daha niceleri. Yalana alışmış dilim doğruları söylemek gibi bir görevim olduğunu unutmuş yalanları benimsemişti. Hepsini küçüklüğümün arkasına gizleyebilirdim, peki ya bugün yaşananlar? Ondan hangi bahaneyle kaçacaktım.

  Derin bir nefes almaya çalıştım ama boğazımda takılı kaldı. Öksürüklerimin ardı arkası kesilmiyordu. “Hemen.” diye düşündüm. “Şimdi burada, nereye gittiğini bile bilmediğim bu otobüsün içinde, ölsem…” soluk borum tıkanmıştı sanki. Nefes alamıyordum. “Kim beni iyi olarak hatırlar?” ağzıma dayatılan şişeyle birlikte suyun boğazımdan yakarak geçişini hissetmem aynı anda olmuştu. Nefesimi düzenlemeye çalışırken bir yandan da suyu yudumluyordum.

  “Biraz dikkat et, kızım. Kendi tükürüğünde boğulacaksın. Allah korusun, ya bir şey olsaydı?” yanımdaki hafif sitem kokan sesi kulaklarıma dolduğunda aklıma gelen cümleyle yüzümü buruşturdum.  “Kötüye bir şey olmaz.” Dilimin ucuna kadar gelen cümlenin üstünü sessizlikle örttüm. Dudaklarımdaki su şişesini çekip kapağını kaparken bende nefesimi düzenlemeye çalışıyordum. Ölüm bir nefes kadar yakınımızdaydı.

  “Aç, kitabını oku. Öyle uzaklara dalma. Korkutuyorsun beni.” Son sözlerini söyleyip önüne dönen kadını anlamaya çalışırken yüzünü inceliyordum. Susmayı tercih edip gözlerini kapattığında ben de kucağımdaki kitaba döndüm. Beynimde dönüp dolaşan anıları yok saymama yardım edeceğini düşünüp kadının önerisine -emrine- uydum. Takılı kaldığım cümleye ev sahipliği yapan sayfayı kapattım ve kitabın ilk sayfasını açıp okumaya başladım.

  İkinci sayfaya geçtiğimde italik harflerle yazılmış bir cümle dikkatimi çekti: “Yeniden iyi biri olmak mümkün.” Birkaç defa okuduğum cümle zihnimi esir almıştı.

  Aradığımı bile bilmediğim umut ışığı bu cümlede saklıydı.

  Söylediğim yalanlar, yaptığım yanlışlar geçti gözümün önünden, birer birer. Sonra dönüp tekrar okudum cümleyi. Tekrar ve tekrar. “Yeniden iyi biri olmak mümkün.”

  Zihnimin duvarlarına çarpıp yankılanan cümleyle yerimden doğruldum ve yavaşça kalktım. Sıkıca tuttuğum kitapla hareket eden otobüste öylece ayakta dikilirken insanların meraklı bakışları üzerimde hissedebiliyordum.

  Ani bir kararla koridora döndüm. Gözleri aralanmış kadınla göz göze geldiğimde aynı tanıdıklık hissiyle doldum. Dudaklarında küçük bir tebessüm yer edinirken koltuğa daha çok sokuldu. Sanki düşüncelerimi biliyormuşçasına bakan kadına son kez değdirdim bakışlarımı. Açılan boşluktan geçerek koridora çıktım ve koltuk başlarına tutunarak şoföre doğru ilerlemeye başladım. Şoförün yanına geldiğimde kelimeler kendilerinden emin bir şekilde döküldü dudaklarımdan: “Arabayı durdur musunuz? İneceğim.”

  “Nereye?” dermişçesine bakan gözlere cevabı içimden fısıldadım:

  Bir cümleye sıkıca tutunmuş, iyi biri olmak için ilk adımımı atmaya gidiyorum.

  Adam tek bir kelime bile etmemiş, arabayı durdurarak cevabını vermişti. Ben de ona sessiz bir şekilde, gözlerimle, teşekkürlerimi sundum ve otobüsün basamaklarını teker teker indim. Açılan kapıdan içeriye temiz hava dolarken insanların bir nebze de olsa rahatladığını alınan derin nefesler anlatıyordu. Son basamağı inip asfalta bastığımda arkamdaki kapı yavaşça kayarak kapandı.

  Gözlerim oturduğum koltuğun camına gittiğinde sıkıntıyla dolu nefesimin camda bıraktığı izin tazeliğini koruduğunu gördüm. Tanıdıklığından vazgeçemediğim o gözlerle tekrar karşılaştım. Kısılmış, hüzün barındıran gözler ve yüzündeki buruk gülümsemeyle geçmişe döndüm. O adamı bıraktığım kaldırım kenarında gözlerimin içine bakan yaşlı anneyle eşleşti gözler. Farkında olmadan bana yardım eden kadın, seneler önce bile isteye yardımından kaçtığım anneydi.

  “Özür dilerim.” Sadece dudaklarım hareket etmişti. Ama kadın kelimeleri ayırt etmiş olacak ki yüzündeki gülümseme daha anlaşılır bir hal aldı ve başını aşağı yukarı salladı. O an beni aslında ilk karşılaşmamızdan beri tanıdığını hissettim. Oğlundan bahsetmesi öylesine söylediği bir şey değilmiş gibi geldi.

  Otobüs yavaşça hareket etmeye başladığında gözden kaybolana kadar onu izledim. Bir süre daha kaybolduğu yola baktıktan sonra arkamı dönüp yürümeye başladım. Nerede olduğumu bile bilmiyordum ama aksine üzerimde büyük bir rahatlık vardı.

  Yapmam gereken şeyi hatırlatırcasına çalan telefonuma baktım. Tekrar arıyordu. İstediği şey şahit olduğum cinayeti saklamamdı. Düşünmeden aramayı reddederken kararlı bir şekilde elimi ekranda gezdirdim ve numarayı tuşladım. Çaldı, çaldı, çaldı…

  “155, Polis Merkezi.” Derin bir nefes aldım.

  “Ben bir ihbarda bulunmak istiyordum. Yeni Mahalle yakınlarında işlenen cinayetin failini biliyorum.” Derin bir sessizlik oluştu. Gerçekleri kulaklarımla duyduğumda daha büyük gelmişti. Bir an cinayetten haberleri olmamış olabileceğini düşündüm. Birkaç anlamadığım sesten sonra bu sefer farklı bir ses dolmuştu kulaklarıma.

  “En yakın karakola gider misiniz hanımefendi? Ve adınızı, soyadınızı alabilir miyim?” sorduğu sorular içimi rahatlatmıştı. Neyden bahsettiğimi biliyorlardı. Sorduğu ikinci soruyu yok sayıp ilkine cevap vermeyi tercih ettim.

  “Ben şu an nerede olduğumu bilmiyorum. En yakın karakolu da bulabileceğimi sanmıyorum.” Doğruları olduğu gibi söylerken bir yandan da nerede olduğumu kestirmeye çalışıyordum ama otobanda olduğumuz için hızla geçip giden arabalardan başka bir şey yoktu.

  “Nerede olduğunuzu öğrenmeye çalışın. Az sonra biz size döneceğiz.”Başımı aşağıya yukarı salladım. Telefondaki kişinin görmeyeceğini fark edip onay veren birkaç kelime kullandım ve telefon kapandı.

  Köşeye çekilmiş arabada yerimi tarif edebilecek birine rastladığımda polis memuruyla tekrar konuşmuş ve konumumu bildirmiştim. Arabanın geleceği yöne doğru yürürken elimde kalan kitabı çantama yerleştirdim.

  Gözlerimi asfalta dikip öylece yürürken gece olmasına rağmen korkmuyordum. Ara ara serpiştirilmiş lambalar yolu aydınlatıyordu. Zaten yanımdan gelip geçen arabaların farları da karanlığı dağıtmaya yetiyordu.

  Birkaç saat sonra uzaktan gelen polis arabasını görmemle sağ elimi yavaşça havaya kaldırdım. Arabadakilerin beni gördüğüne emin olduktan sonra yürümeyi kestim. Araba fren yapıp yanımda dururken asfalta bakıp belli belirsiz gülümsedim.

  Bu asfalt, bugün kaçışa veya kaybedişe değil; yeniden doğuşa ve gerçeklerin yalanları alt edişine şahitlik ediyordu.

  Bugün kazanan gerçekler olacaktı. Yalanlar değil.

  Ümmügülsüm E. 
  15 Mart 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 9.BÖLÜM:"KORKU"

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)