ŞİMAL- 2.BÖLÜM:"MEZARLIK"


2.BÖLÜM: “MEZARLIK”

  Gözyaşı. İki göğsümün ortasında vehim dolu bir volkan kaynıyordu, ruhum yıkanıyordu ateşle. Tüm benliğim acıyla kıvranırken gözlerimden dökülen her bir yaş, içimde kaynayan volkanın somut yankısıydı. Korlar birikiyordu gözlerimde ve usulca yanağımdan dökülüyorlardı. Yakarak, yıkarak…

  Aldığım her nefes boğazımda bir engele takılıyordu. Etrafta hareket eden insanlar gözüme bozuk bir yansımadan ibaret gözüküyorlardı. Gözlerim yalnızca taze topraktan oluşmuş yan yana uzanan iki mezarı ve mezar taşlarında yazan isimleri görüyordu. Diğer her şey silik, belirsiz ve önemsizdi.

  Dün, bu sabah, geçmiş; hepsi kaybolmuştu. Zaman anlamını yitirmiş, yelkovan ve akrep bu ana saplamışlardı iğnelerini. Zihnimin duvarlarında yankılan iki kelime vardı. Dilim bir daha bu iki sözcüğü misafir edemeyeceğini anlamışçasına kendine kilit vurmuştu.

  “Başın sağ olsun, kızım.” Kulaklarımdaki çınlamanın arasında duyduğum boğuk sesin ve omzumu destek olmak istercesine sıkan elin sahibi kadına başörtünün altından baktım sadece. Birkaç saniye sonra gözlerim tekrardan toprağı bulmuştu.

  Tanımadığım insanlar birer birer gözden kaybolurlarken bacaklarımdaki sızı hat safhaya ulaşmıştı. Son kişi de bir şeyler mırıldanıp gittiğinde küçük bir adım atıp mezarlara yaklaştım. Her adımda yalpalıyordum. İki mezarın ortasına geldiğimde kendimi tutmayı bıraktım.

  Diz kapaklarım toprakla buluştuğunda ellerimi de taze toprağa bastırdım. Başörtü başımdan kaymış ve yerle buluşmuştu. Dudaklarımdan derin bir hıçkırık koparken taze toprağı avuçlarımın içinde sıkıyordum.

  “Anne.” Hıçkırıklarımın arasında dudaklarımın arasından kopan kelime kulaklarıma ulaştığında gözlerimden akan korlar yakmaya başladı yanaklarımı. Aldığım kesik nefeslerin arasında fısıldadım. “Lütfen.” Annemin mezarına doğru kaydı bedenim. Toprağa sarılırken vücudum hıçkırıklarla sarsılıyordu. “Yalvarırım gitme.”

  Gözlerimi sıkıca yumarken güzel yüzü dolmuştu göz kapaklarıma. “Saçlarım ellerini arıyor, anne.” Yalvarırcasına çıkan sesim toprağa karıştı. Cevap derin bir sessizlikti. Kimsesizlik asılıydı o sessizlikte.

  Bedenim babamın mezarını kucaklarken ruhum babama sığınmış, ondan bir cevap bekliyordu. Şefkatli kolları tarafından sarmalanmak istiyordum. Bana “küçük kızım” desin istiyordum. Gözlerimden kopup toprakla buluşan korlar içimdeki yangından hiçbir şey eksiltmiyorlardı. Acı en derinlerde varlığını sürdürüyordu, en gerçek haliyle. Soluğumu kesiyor, yaşarken ölümü tattırıyordu.

  Güçsüz kalan bedenimle onların arasındaki küçük boşluğa kıvrıldım.

  Otobüs ineceğim durağa geldiğinde soğuk cama yasladığım başımı kaldırıp üzerime işlenen anıların ağırlığından kurtulabilmek için kendime birkaç saniye tanıdım. Anne ve babamı toprağa emanet ettiğim günün hatıraları otobüse binip başımı cama yasladığım andan beri zihnimde kol geziyorlardı.

  Ayaklanıp kapıya yaklaştım ve tutunduğum direkteki düğmeye bastım. Açılan kapıyla içeriye giren keskin soğuk, otobüsün insan nefesleriyle ısınmış havasını dağıtmıştı. Derin bir nefes alıp otobüsten indiğimde bedenim ilk başta soğuğu yadırgasa da daha sonradan alışmıştım. Kar hızını kesmiş, ince ince dökülüyordu gökten. Olabildiğince küçük adımlarla mezarlığın girişine doğru yürürken zihnimdeki gürültüyü bastırmaya çalışıyordum. Zihnimde açılıp kapanan kapıların sesleri dolduruyordu beynimi. Anılar saklandıkları yerlerden birer birer çıkarlarken onlara, acı veren duygular eşlik ediyordu.

  Buraya en son o gün gelmiştim. Tüm gece anne ve babamın yanından ayrılmamıştım. Küçükken yaptığım gibi gece boyu ortalarında yatmıştım, o zamanlar babam ve annemin kolları arasında bedenim ve ruhum sımsıcak olurdu. Ama o gece soğuğu en derinlerimde hissetmiştim. Ben, o gece ilk defa üşümüştüm. Tüm iliklerime kadar titremiştim. Kimsesizlikle yüz yüze gelmiş ve ona yenilmiştim.

  O gecenin sabahı hiç olmamıştı. İçimdeki küçük kız çocuğu zihnimde en kuytu köşelere çekilmiş ve gözlerini sıkıca kapatmıştı. Karanlığın dostluğuna sığınmış, anne ve babasının olmadığı bir dünya görmeyi reddetmişti. O da beni yalnız bırakmıştı.
Güneş doğduğunda hıçkırıkların arasında boğulan sesim ve korların ateşinde yanıp göremez duruma gelen gözlerimle; sıtmaya tutulmuş gibi titreyen bedenim bir enkazdan farksızdı.

  Düşüncelerimi bir kenara bırakıp mezarlığın girişinde duvara dayandırılmış dolaba yaklaştım. İçinden bir başörtü çıkarıp saçlarımı örterken istemsizce yanağımın içini dişliyordum. Hasretin içimde kabardığını ve tüm irademi yıktığını hissettim. Bacaklarım gidecekleri yolu biliyorlardı. Dakikalar sonra kendimi tanıdık iki mezar taşının karşısında bulduğumda burnumdaki sızıyı ve gözlerimdeki yangını önemsemeden mermer taşlara yaklaştım. Elimi ilk önce annemin isminin üstüne koydum. Soğuk mermer avuçlarımı ısırırken geçen sene bugün burada beni terk eden küçük kız, annemin soğuğu sevmediğini fısıldıyordu kulağıma. Dişlerimi sıkıp gözlerimi yumdum. Sol elimi annemin mermerinde bırakıp sağ elimle babamın mezar taşına dokundum.

  Tüm vücudum beklentiyle sarsıldı; onun kollarının arasında olup şefkatle sarmalanmayı bekliyordu. Soğuk bir rüzgâr esti. Rüzgârın uğultusu ve keskin soğuk fısıldadı bu sefer gerçekleri. Şefkatle dolu kolların sahibi yoktu artık.

  Gözlerimi etrafta gezdirdim. Toprak karla örtülmüştü. Onlarca mezar, onlarca terk edilmiş beden yatıyordu duru beyazlığın altında. Ellerimi mermerin üzerindeki karda gezdirdim. Zihnimde bir kapı daha açıldı. Birlikte geçirilen kışlar doluştu zihnime. Derin bir nefes aldım. Soluğum su buharı olup mezarlığın ağır havasına karışırken ruhum o ağırlığın altında kıvranıyordu. Mezarlara daha çok yaklaşıp karla kaplanmış topraklarında gezdirdim ellerimi. Anne ve babamın sıcaklığını ararken, bulduğum can yakan soğuktu.

  Tekrardan derin bir nefes alıp anne ve babamın arasındaki yere uzandım. Gözlerimi gökyüzüne dikip ellerimi ikisine doğru uzattım. Büyük ve yaşlı ağaçların kalın dalları, usulca düşen kar taneleri ve gökyüzündeki kar yüklü bulutların birleşimiyle karşımda izlenmeye değer bir manzara vardı. O günün aksine mezarlıkta derin bir sessizlik hâkimdi. Kar yağmaya devam ediyordu. Karın ıslaklığı ve soğuğu ilk başta bedenimi ısırsa da yavaş yavaş alışıyordum.

  “Canım acıyor.”diye mırıldandım. Büyük mezarlıkta toprağın altında yatan terk edilmiş bedenlerden ve benden başka kimse olmadığını biliyordum. Ama anne ve babamla konuşmayalı uzun zaman olmuştu. Anlatılacak çok şey birikmişti.

  “Özür dilerim.” Sesim varla yok arasında çıkıyordu. “Bir yıldır hiç gelmediğim için özür dilerim.”

  Gözümden bir damla yaş kayıp yanağımdan süzüldü ve karla buluştu. “Ama gelemedim.”

  Dudaklarımı ısırıp hıçkırıkları bastırırken karın içinde anneme doğru döndüm ve soğuk kara rağmen mezarına sıkıca sarıldım. Gözyaşlarım hızla gözlerimden inerken sessizce dökülüyorlardı.

  “Özledim.” Düzensiz nefeslerimin arasında döküldü dudaklarımdan acıyla işlenmiş kelime.  “Çok özledim.”

  “İçim burkuluyor anne. Nefes alamayacakmışım gibi hissediyorum. Ölecek gibi.” Gerçekleri söylerken dilimin ucu sızladı. “Uyuyamıyorum.” Bir itiraf döküldü dudaklarımdan. Annemin uyumadığımı öğrendiğinde yüzünde oluşacak ifade oluştu gözlerimin önünde. Çatılan kaşlar ve endişeyle bakan bir çift güzel göz. Harelerindeki merhamet parıltılarıyla içimi ısıtan, annemin güzel gözleri…

  Sonra babamı gördüm. Kolunu omuzlarıma dolayıp beni göğsüne çekiyor, şefkat akan elleriyle saçlarımı okşuyor ve huzur veren sesiyle konuşmaya başlıyordu. Onun beni uyutmaya çalıştığını çok iyi biliyordum.

  Yüzümde bir gülümseme doğdu. Yarım, acı dolu, çelimsiz ve çaresiz.

  Saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalamış, güneş tepeden çekilmeye başlamıştı. Bedenim kaskatı kesilmiş, uzuvlarım soğukla uyuşmuştu. Nefeslerim kısa ve düzensizdi. Yattığım yerden doğrulduğumda üzerimde biriken karlar yere dökülmüşlerdi. Zaman, ben anne ve babamın arasına kıvrıldığım an durmuş, şimdi yeniden işlemeye başlıyordu.

  Mezar taşlarına yaklaşıp son kez ellerimi gezdirdim. “Çabuk döneceğim, söz.” diye fısıldadım ve arkamı döndüm. Bir iki adım atmıştım ki olduğum yerde durdum. Arkamı dönüp büyük adımlarla tekrar mezar taşlarının yanına geldiğimde eğilip ilk önce annemin isminin üzerine değdirdim dudaklarımı, daha sonra da babamınkine. Dudaklarıma değen mermerin soğukluğunu en derinlerimde hissettim. Biraz daha kalırsam hiç ayrılamayacağımı fısıldayan içimdeki sese hak verip yavaşça uzaklaştım oradan. Bir yanımın iki mezarın arasında kalmış olduğunu biliyordum.

  Adımlarım geri geri gitse de sonunda mezarlıktan çıktığımda ellerimle yüzümü sıvazladım. Kendime birkaç dakika verip toparlanmaya çalıştım. Başımdaki başörtüsünü çıkarıp katladım ve yerine koydum.

  Otobüs durağına doğru yürürken boğazımda acı bir sızı vardı. Yutkunurken acıyordu. Saatlerdir soğuk karın içinde yattığım düşünülürse kaçınılmaz olana yakalanmak üzereydim. 

  Otobüs yolun solunda gözüktüğünde kar hızını arttırmıştı. Siyah kabanımın üzerinde toplanan kar tanelerine dokundum. Karı seviyordum. İzlemek huzur veriyor, içinde olmak rahatlatıyordu.

  Otobüse binip yaşlı bir teyzenin yanına oturduğumda içerideki sıcak hava yüzümdeki kasılan kasları gevşetmeye başlamıştı. Tüm vücuduma iğneler batarken yüzümü buruşturmamak için kendimi tuttum. Kucağımda birleştirdiğim ellerime dokunan sıcak ellerle başımı yanımdaki teyzeye çevirdim. “İyi misin, kızım?” diye sordu endişeye bulanmış sesiyle. Ben cevap veremeden devam etti. “Yüzün bembeyaz kesilmiş. Ellerin de buz gibi.”

  “İyiyim.” diye cevap verdim kısaca. Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki ben bile duymak da zorluk çekerken yaşanmışlıkları yüzündeki çizgilerden anlaşılan teyzenin anlaması güçtü. Daha yüksek tutmaya çalıştığım sesimle tekrar ettim. “İyiyim.”

  İkna olmamış olacak ki kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Ellerimi iyice avuçlarının içine aldığında bu sefer ben kaşlarımı çatıp ona bakmaya başlamıştım.  “Hasta olursun, kızım. Benim torunu hastaneye yatırmışlar bu yüzden. Sırf onun için bu kara kış günü köyden kalktım da geldim. Kendini düşünmüyorsan aileni düşün. Annen üzülür hastalanırsan. En azından bir eldiven, atkı taksaydın ya güzel kızım.” İstemsizce dişlerimi sıktım. Zihnime düşünme yasağı çıkarıp bu güzel yüzlü, iyi niyetli teyzeyi üzmemek için kendimi zorlayıp gülümsedim. Ben iyi hissetmiyor olabilirdim ama bu, insanları huzursuz hissettirmem için bir neden değildi.

  “Geçmiş olsun. Allah şifalar versin.” diye başladım konuşmaya. Ellerim hâlâ sıcak ellerinin arasındaydı. Babaannemi özlediğimi hissettim. “Âmin kızım.” Diye cevap veren teyzenin yüzünde huzur verici bir tebessüm doğmuştu. Gözleri kısılırken yanlarında oluşan çizgilere bakıp orada gömülü anıları düşündüm. O çizgilerde yıllar saklıydı.

  “Gerçekten iyiyim.” diye devam ettim. Elimden geldiğince ikna edici olmaya çalışıyordum. “Eve gidince sıcak bir şeyler içip ısınacağım.” Son cümlemi de söyleyip sessizlik pelerinine büründüm. Konuşmayı çok sevmiyordum. Ama anlaşılan yanımdaki sıcak elleri gibi sımsıcak bir kalbe sahip olduğunu anladığım teyze benim tam aksimdi.

  “Annene söyle sana güzel bir tarhana kaynatsın. Sonra sıkıca battaniyeye sarınıp sobanın yanına otur.” Durakladı. “Sizin evde soba yoktur ama. Aklım köye gitti bir an. Şehirde nerede kaldı sobalı evler? Eskiden kış geldi mi, herkes soba yanan odaya toplanırdı. Muhabbetler açılır, hikâyeler anlatılırdı. Kimse kapalı kapılar arkasına girip birbirlerini göremez olmazdı.” Derin bir nefes aldı. Zihnim teyzenin ilk cümlesinde yasağımı çiğnemişti. Zincirlerini kırmış bir mahkum gibi zihnime doluşan anılarla gözlerimi birkaç dakika sıkıca kapadım. Bugün herkes ailemi hatırlatmak için çabalıyordu sanki. Belki de beynim bugün her zaman olduğunda daha hassas davranıyordu bu konuda. Özenle seçiyordu ruhumu acıtan kelimeleri konuşmaların içinden ve yine titizlikle koyuyordu önüme anıları.

  Annemin elinden tarhana çorbası içme isteğiyle dolup taştığımı hissettim. Küçükken yaşadığımız evdeki soba gelmişti aklıma teyze eskilerden bahsederken. Annem sabah erkenden kalkar sobayı yakardı, ben de merakla onu izlerdim. Sonra birlikte babama kahvaltı hazırlardık. Özlem dolu yarım bir tebessüm oluştu dudaklarımda.

  “Yine kaptırdım gidiyorum. Ne diyordum ben? Ha. Tarhana çorbası diyordum.  Yaşlılık işte kızım.” Sessizliği tercih ettim. Teyze cevap beklemiyor gibiydi. “Tarhana çorbası boğazlarına da iyi gelir. Sesin pek çıkmıyor.” Başımı aşağı yukarı sallayıp onu onayladım. Yüzümdeki ifadeyi yeterince ikna edici tutmaya çalışıyordum. İçeceğime inanmazsa beni bırakmayacak gibi bir hali vardı.

  “Adın ne senin güzel kızım?” Tam cevap verecektim ki şoför önden bağırdı. “Teyze senin ineceğin durak burası.” Otobüs yavaş bir frenle dururken aralanan dudaklarımı kapattım ve teyzenin kalkmasına yardım ettim. Otobüsten inip ellerimi uzattım. Benden destek alıp indiğinde “Allah razı olsun, kızım. Allah’a emanet ol.”diyerek başörtüsünü düzeltti. Otobüse tekrar binerken “Âmin, siz de. Kendinize dikkat edin.” diye cevap verdim. Kapılar kapanırken bana gülümsediğini gördüm. Yerime oturup başımı soğuk cama yasladım. Teyze küçük adımlarla ilerliyordu. Otobüs hareket etmeye başladı. Teyze birkaç dakika sonra görüş alanımdan çıkmıştı. Birinin onu duraktan alacağını umdum. Bu havada yürümesi oldukça zordu çünkü.

  Cebimden telefonumu çıkarıp açtığımda saatin üçe gelmek üzere olduğunu gördüm. Zaman hızla akıp gidiyordu. Telefonu cebime geri koyduğumda ineceğim durağın gelmesiyle ayaklandım. Otobüs durduğunda derin bir nefes alıp otobüsün havasını son kez içime çekip soğuk havayı kucakladım.

  Kar durmuştu ama soğuk hava hâlâ varlığını sürdürüyordu. Sabah kullandığım yoldan gitmemeye karar verdim. Şu an Zehra teyzeyle veya Zeynep’le karşılaşıp konuşabilecek durumda değildim. İhtimalleri ortadan kaldırmak en iyisiydi. Biraz daha uzun olsa da sonunda yine evime giden yola saptığımda sokağın boş olduğunu fark ettim.

  Kış aylarının bu özelliğini çok seviyordum. Soğuk hava yüzünden insanlar dışarıya çıkmayı tercih etmiyorlardı. Sokaklar sakin ve sessiz kalabiliyordu. Bakışlarımı botlarımı indirip yürümeye devam ederken eve gitmek fikri boğazımı sıkan bir ip gibiydi. Duvarların üzerime gelip nefes almamı engelleyeceğini biliyordum. Tüm gece öyle olmuştu zaten. Sabah güneş bile doğmadan kendimi dışarıya atmamın en büyük sebebi, evde geçirdiğim her bir dakikanın soluk almamı daha güç bir hale getirmesiydi. Her bir köşesinde anılar yatan evden kopamıyordum. Başka bir ev fikri kanımı donduruyordu. Ama geçmişin hatıralarıyla bezeli bu ev kimi zaman ruhuma dokunuyor ve acıyı deviriyordu üzerime.

  Yolun sonunda evimin olduğu sokağa çıkan köşeyi döndüğümde on adım bile atmadan sert bir bedene çarptım. Çarpışmanın etkisiyle geriye doğru savrulurken sert bedenin sahibinin güçlü parmakları sağ koluma dolanmıştı. Kolumu hızla kendime doğru çekmeye çalıştığımda uygulanan kuvvetle şaşkınlıkla başımı kaldırdım.

  Sert yüz hatları görüş açıma girdiğinde kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Daha fazla güç uygulayıp kolumu elinden kurtardığımda sol elim refleks olarak koluma gitmişti. Zihnimde koşuşturmaya başlayan düşünceleri bir kenara bırakıp yanımdaki adamı umursamadan yürümeye devam edecektim ki rahatsız olduğum parmaklar tekrar koluma dolanmıştı. Sinirlenmeye başlıyordum.

  “Bir adım daha atma.” duyduğum tok ses ve söylediği cümleyle istemsizce kaşlarım havalandı. Bu adam ne diyordu? Gerçekten, bugün en olmadık şeyler beni buluyordu.
Beni kendine doğru çektiğinde sendeleyerek ona doğru bir adım attım. Hazırlıksız yakalanmıştım. “ Ne yapıyorsunuz? Kolumu bırakır mısınız?” sinirle söylendiğimde bu konu biraz daha uzarsa yapabileceklerim için beynimde durum değerlendirmesi başlamıştı.

  “Dikkat çekecek bir hareket yapmadan beni dinle.”sert ses kulaklarıma dolduğunda içimde alayla gülme isteği doğmuştu. Ama dudaklarım kaskatı kesilmiş gibi düz bir çizgi halindeydiler. Olduğum durum, şu an yaşanan şey o kadar gerçek dışıydı ki. Bu adam beni biriyle mi karıştırıyordu acaba? Kolumu tekrar çekmeye çalıştığımda parmaklarını biraz sıktı. Başımı sinirle kaldırıp gözlerimi gözlerine diktiğimde söylediği sözler mi, yoksa gözlerindeki yıkılmaz ifade mi beni irkiltmişti, bilmiyorum. “ Evinde seni öldürmek için pusuya yatmış bekleyen en az üç adam var.” Uzaktan araba korna sesleri duyulurken içimde devrilen düşünceleri ve zihnime yayılan sisi ayırt ettim.

  “Ne saçmalıyorsunuz?” diye sinirle sesimi yükselttiğimde içimde bir tarafın tanımadığım bu adamın sözlerine gözlerine ilk baktığı anda inandığını hissettim. Gözleri deliciydi. Ama söylediklerinin gerçeklik payı olamazdı. Kimseyle bir derdim yoktu. Şu dünyada tanıdığım insan bile yok denecek kadar azken evimi bulup beni öldürmek için bekleyen insanların olması kesinlikle saçmaydı.

  “Sakince arkanı dön. Evinin pencerelerinin görüş açısına girmeden evin kapısına kadar giden ayak izlerine bak.” Sakin ama sert sesini duydum. Beynim komutları sorgulamadan yerine getirirken gördüğüm ayak izleriyle soluğumun boğazıma takılıp nefesimi kestiğini hissettim. Onlarca ayak izi düzenli aralıklarla evimin kapısına kadar ilerliyordu ve tam önünde kesiliyorlardı.

  “Hâlâ inanmıyorsan, dikkatli bakarsan aralanmış perdeden sokağı gözetleyen adamı da görebilirsin.” Gözlerim bu sefer tedirgince evimin ön penceresini bulduğunda gözlerimi kıstım. Gördüğüm karartıyla istemsizce bir iki adım geriledim. Kolumu tutan parmaklar gevşerken kolum yanıma düşmüştü. Neler oluyordu? Gözlerimin karardığını ve başımın döndüğünü hissettim. Duvara yaklaşıp oradan güç alırken başımı önüme eğmiştim ve derin nefesler almaya çalışıyordum.

  Başıma keskin bir ağrı saplanmıştı. Ne yapacağımı, neler olduğunu, yanımdaki adamın kim olduğunu, hiçbir şey bilmiyordum. Ve bilinmezlik beni içine çekerken bilincimin gidip geldiğini hissettim. Dişlerimi sıkıp kendime gelmeye çalışırken başımı kaldırdım. Gözlerim delici gözlerle buluştuğunda orada yalana dair bir kırıntı aradım. O kadar emin ve yıkılmaz bakıyordu ki belirsizlikle kıvranan ruhumun bu yabancı adama inanmayı denemeyi seçtiğini sezdim.


Ümmügülsüm E.

Devamı gelecek...

29 Ocak 2017 Pazar 00:11

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"