ŞİMAL- 5.BÖLÜM:"GÜVEN"



5.BÖLÜM: “GÜVEN”


   Kimsesizlikle boyanmış dünyamda bana yoldaşlık eden birini kaybedecek olmanın getirdiği karmaşa, zihnimdeki düşüncelerin üzerine yağarken gözlerimin önündeki siyah noktalar korku damarlarımda gezindikçe çoğalıyorlardı. Telefon elimden düşmüş olmasına rağmen silahın keskin sesi kulaklarımda çınlıyor, Zeynep’in ismimi fısıldayan sesi zihnimin duvarlarında yankılanıyordu. Tüm suçun bende olduğunu haykıran vicdanımın sesi zihnimdeki düşüncelerin gürültüsünü bastırmak istercesine şiddetliydi.

   Endişeye bulanmış hareleriyle beni izleyen yabancı bakışlara değdi gözlerim. Onların varlığını sorgulayan ses, içimdeki endişenin haykırışları karşısında silikleşmiş; gerilere çekilmişti. Odanın içini dolduran sessizlik derinleşirken tahta zeminde duran telefon tüm sessizliği parçalara ayırıp yok etti. Telefonun sesi kulaklarıma çalındığı ilk andan beri açma isteğiyle dolsam da uzuvlarım irademin dışında kalmışçasına hareketsizdiler. Tek yapabildiğim gözlerimi sabitlediğim halıdan çekip odadaki herkes gibi telefona yönlendirmek olmuştu.

   Birkaç dakika sonra Asaf telefonu açtığında hoparlöre almış olacak ki yabancı bir ses konuşmaya başladı. “Kızla konuşmak istiyorum.” Kalın ve boğuk ses odayı doldurduğunda gözlerimi sırasıyla Asaf, Leyal ve Berzah’ın yüzlerinde gezdirdim. Herkesin bahsettiği kızın ben olduğumu tahmin ettiğini bana dönen gözlerinden anlamıştım. Silah sesi kulağıma çalınanı birkaç dakika olmuşken benimle konuşmak isteyen birinin aramasının hayra alamet olmadığını hissediyordum. Buz kesen ellerimi pantolonuma sürtüp derin bir nefes almaya çalıştım.

   “Arkadaşını merak ediyordur diye düşünüyorum. Zeynep’ti adı değil mi?” Alaya bulanan sesi odadaki sessizliği dağıttığında istemsizce kaşlarım çatıldı. Zeynep’in ismi onun pis ağzına yakışmıyordu. Telefonun ardındaki sesin sahibinin silahın tetiğine basanla aynı kişi olması içime yayılan huzursuzluğu ikiye katladı. Silahın hedefinde Zeynep’in olup olmadığını, eğer kurşun ona yöneltildiyse şu anki durumunun ne olduğunu bilmiyordum.

   Bilinmezlik bir eşkıya çetesinin lideri gibi peşinde zihnimdeki düşünceleri yağmalayan duygularla istila etmişti ruhumu. Korku tüm gerçekliğiyle boğazımda atıyor, endişe damarlarımda geziniyordu. Merak bir sis bulutu gibi zihnime çökmüş, her bir düşünceyi Zeynep’le doldurmuştu.

   “Söyle.” Sesimi bulabildiğimde elimden geldiğince yüksek sesle konuştum. Sesim titremese de benim sesimden çok uzak çıkmıştı. Derinlerden, korkunun acıtacak kadar keskin olduğu bir yerlerden.

   Gözlerim Berzah’ı bulduğunda kaşlarını çatmış bana baktığını gördüm. Konuşmamdan memnun olmadığı gözlerinden okunuyordu. Ben de istemiyordum ama bazen istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda kalıyorduk. O adama sarf edilecek sözcükler için dudaklarımı aralamak zor olsa da Zeynep’in nasıl olduğunu öğrenmem gerekiyordu ve bunun tek yolu da telefonun ardındaki adam gibi gözüküyordu. Ona zarar veren adam(!).

   Rahatsız edici bir gülme sesi odayı doldurduğunda iğrenerek telefona baktım. “Küçük arkadaşının ismini duyunca dile geldin bakıyorum.” Alayla çıkan sesini duyduğumda sinirle dişlerimi sıktım. Öfke damarlarımda gezen endişeye eşlik etmeye başladığında içimden kendime “Sakin ol.” telkini vermeye çalışıyordum.

  “Kısa kes.” Berzah’ın tıslarcasına çıkan sesinden mesafe akıyordu.  Çatılan kaşları ve kararan gözleriyle o kadar keskin ve korkunç bakıyordu ki adam karşısında olsa gerçekten konuşmayı kısa kesmeyi düşünebilirdi belki.

   Bir kahkaha sesi daha duyulduğunda Berzah’ın dişlerini sıktığını kasılan çenesinden anlamıştım. “Demek kurtarıcımız da orada ha.” biraz duraklayıp “Güzel.” diye ekledi. Kelimeyi uzatması, konuşma şekli rahatsız ediciydi.

   Gözlerimi Berzah’ın git gide kararan çehresine sabitlemiş, hareketlerini izliyordum. Epey sinirlenmiş gözüküyordu ve benim aksime bunu açıkça ve korkutucu bir şekilde gösteriyordu. “O çeneni sadece sahibinin ezberlettiklerini söylemek için aç. Boş yere havlama.” Sinirli olmasına rağmen sakin çıkan sesi ve sözlerindeki gerçeklik payı karşıdaki adamı rahatsız etmiş olacak ki bu sefer kahkaha sesinin yerine derin bir sessizlik vardı. Benim dile getiremediklerimi söylediği için Berzah’a minnetle baktım. Dudaklarım birbirlerine mıhlanmış gibiydi. Kelimeler dilimin ucuna birikmiş olsalar da dudaklarımı aralayamıyordum.

   “Bir dahaki kurşunu kızın kafasına sıkmamı istemiyorsan çeneni kapalı tut.” Sesindeki alayın yerini ciddiyet aldığında sözlerin onu rahatsız ettiği açıktı. Cümledeki tehdit, eğlenmeyi bırakıp onun da bizim ki sinirlenmeye başladığının göstergesiydi. Zeynep’in şu anlık iyi olduğunu bilmek içimde kabaran endişeyi biraz da olsa bastırmıştı. İyiydi, şu anlık.

   “Sadece kız konuşacak.” diye emirlerine bir yenisini eklediğinde Berzah yaslandığı koltukta doğrulup dirseklerini araladığı bacaklarına yasladı ve eliyle sinirle yüzünü sıvazladı. Bir anlık göz göze geldiğimizde harelerinde yanan öfke parıltılarına şahit oldum. Gözlerini gözlerimden çekip telefona odakladığında adamın sesi tekrar duyuldu. “Hoparlörü kapatın, telefonu kız alsın.” Sözü bittiği gibi Berzah’ın “Hâlâ havlıyorsun ama sen.” sahte alay kılıfına geçirilmiş soğuk sesi duyuldu.

   Saniyeler sonra arkadan Zeynep’in acıyla haykırışı tüm odayı kaplamıştı. “Telefonu eline al dedim sana.” Zeynep’in acıyla dolu sesi kulaklarımda yankılanırken endişenin getirdiği adrenalini damarlarımda hissettim. Berzah dudaklarını araladığında onun konuşmasına fırsat vermeden yerdeki telefonu elime alıp hoparlörden çıkardım ve kulağıma yasladım.

   Gözlerim birkaç saniye sinirle boyanmış yüzüyle bana bakan Berzah’a değse de orada çok oyalanmadan karşıdaki boş televizyon ekranına diktim gözlerimi.
“Arkadaşımı rahat bırak.”  Sesimi bulup konuştuğumda adrenalin sayesinde dudaklarımı aralayabildiğimi, tüm algılarım açıldığını biliyordum. Zeynep’in acı içindeki sesinin yerini derin bir sessizlik aldığında gözlerimi kapatıp adamın konuşmasını beklemeye başladım. Karanlık, üzerimdeki bakışlardan kaçmak için güzel bir seçimdi.

   “Akıllı bir kızsın. Sevdim seni.” Her duyduğumda yüzümü buruşturma isteği uyandıran ses tekrar kulaklarıma çalındığında derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Karanlık beni içine çekmeye başladığında gözlerimi kapaklarımı aralamak zorunda kalmıştım.

   “Şimdi sana söyleyeceklerimle ilgili hiç kimseye bir şeye söylemiyorsun, renk bile verirsin güzel arkadaşının canı yanar. Anlaştık mı?” dişlerimi sinirle sıktığımda Berzah’ın yerinden doğrulacak gibi olduğunu gördüm. Yüzümdeki en ufak mimiğe bile dikkat etmem gerektiği gerçeğini fark edip yüzüme ifadesizlik maskesini geçirdi. 

   “Tamam.” diye mırıldanırken gözlerimi Berzah’tan çekip diğerlerinin yüzlerinde gezdirdim. Leyal korkuya bürünmüş yüzüyle beni izlerken Asaf, Berzah gibi oturduğu yerden her an kalkıp elimdeki telefonu alabilecek gibiydi.

   “Yarın saat ikide evinde olacaksın.” Kaşlarım çatılmak için çabalasa da kendimi elimde geldiğince kasıp yüzümdeki ifadeyi sabit tutmaya çalıştım. “Tek başına.” diye ekledi. İstemsizce dişlerimi sıkarken çenem kasılmıştı. Kendi ayaklarımla ölümüme gitmemi istiyordu ve bunu söylerken o kadar sıradan bir şeyden bahsediyor gibiydi ki ormandaki silah seslerini duymasam ve Zeynep’in hâlâ zihnimde yankılanan acı dolu sesi olmasa içimde bir yerlerde bana zarar vermeyeceklerine inanabilecek biri olduğunu biliyordum.

   “Eğer tek başına olmadığını anlarsam arkadaşının tabutunu çıkarırsınız bu evden.” İstemsizce titredim. Mahalle sakinlerinin omuzlarında çıkarılıp cenaze arabasına konulan iki tabutun görüntüsü zihnime düşerken titremeye başlayan elimi yumruk haline getirip gözlerimi sıkıca yumdum. Akmak için bekleyen gözyaşlarımı engellemek için kendimi sıkıyordum.

   “Anlaştığımızı düşünüyorum. Yarın görüşürüz.” İğrenç gülme sesi tekrar duyulduktan sonra telefon kapanmıştı. Tüm gücüm çekilmiş gibi telefonu tutan elim yavaşça kucağıma düştüğünde Asaf’ın dizlerinin üstüne çökerek yanıma kadar geldiğini gördüm. Hâlâ titreyen ellerimin arasından telefonu alırken endişeli gözleri yüzümde dolaşıyordu.

   “Ne söyledi sana?” sesinden soruyu sorup sormamak konusunda tereddütte kaldığı anlaşılıyordu. Bakışlarımı diktiğim boşluktan çekip ayaklarımın dibinde dizlerinin üzerinde yüzümü izleyen Asaf’ın yüzüne çevirdim.

   Adrenalin damarlarımdan yavaşça çekilirken konuşmak içimden gelmiyordu. Tüm kelimeler zihnimde dolanan anıların arasında görünmez olmuşlardı sanki. Tabutların evden çıkarılışları, onlarla geçirdiğim son gece defalarca zihnimde yankı bulurken boş gözlerle yüzünü izlemekten başka bir şey yapamadım. Göz bebeklerinde büyüyen endişe açık seçik gözükürken “Şey…” diye mırıldandım. Sessizlik odaya tekrar dolduğunda istemsizce dudağımı ısırdım.

   Gözümü kaçabilecek bir şey ararcasına odada gezdirdiğimde keskin ve kararlı bakan gözlerle göz göze geldim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olmalıydı. Berzah “Ney?” diye gözlerimin en derinine sanki içimden geçenleri görebiliyormuş gibi bakarken kaşları da cevap beklercesine havalanmıştı. Gözlerimi hızla gözlerinden kaçırdığımda “Tehditler filan işte. Dikkate alınacak şeyler değildi.” diye geveledim. Ancak bu kadar güzel(!) yalan söylenebilirdi sanırım.

   Yüzündeki ifadeyi merak ettiğimde temkinli bir şekilde bakışlarımı tekrar yüzüne döndürdüm. Gözleri kısılmış, inanmadığını haykırıyordu sanki. Ama beni şaşırtarak başka hiçbir şey sormadı ve yüzümü izlemeye devam etti.  Bakışları kelimelerden daha rahatsız ediciydi.

   “İyi görünmüyorsun.” Asaf yerden kalkıp koltuktaki eski yerine otururken gözleri birkaç saniyeliğine titreyen elime kaydı. Titreyen elimi yumruk haline getirip sıktım. “O adamın seni telefona boş yere istemeyeceğini biliyoruz.” Derin bir nefes aldı. 
“Bize ne söylediğini anlatırsan sana yardımcı olabiliriz.”

   Gözlerimi hızla ona çevirdim. “Bence ilk önce siz anlatmaya başlayın. Kimsiniz siz? Ve beni nereden tanıyorsunuz?” Bu konuyu bir an önce kapatmak istediğimden mi, yoksa zihnimde gerilere itsem bile sesini duyurmayı başaran sorulara daha fazla dayanamadığımdan mı, bilmiyorum ama sabahtan beri aklımı kurcalayan sorunun cevabını almaya kararlıydım. Yeterince ertelenmişti. Vücudumdaki yorgunluğu, boğazımdaki sızıyı görmezden gelmeye çalışıp gözlerimi onların üzerinde gezdirdim.

   Birkaç saniye üçüncünün bakıştığına şahit oldum, bu beni daha da tedirgin etti. Odadaki sessizliğe rahatsız edici bir gerginlik eşlik etmeye başladığında gözüm duvarda asılı olan ve belli aralıklarla odadaki sessizliği dağıtan saate çevirdim. Saat yediye geliyordu, hava çoktan kararmıştı. Arabada geçen sürenin tahmin ettiğimden fazla olduğunu fark ettim. Köy, şehrin merkezinden uzak kalıyor olmalıydı.

   “Ona anlatmalıyız.” Daha önce hiç duymadığım bir ses odada yankılandığında eve girdiğimden beri çekingen gözlerle beni izlemekle yetinen kıza döndüm. Sonunda birinin benim tarafımda olması iyi hissettirmişti.

   Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Asaf yerinden kalkıp Berzah’ın yanına geçerken aralarında istişare edeceklerini tahmin edebiliyordum. Onlara izin vermeyi seçip beni kaçamak bakışlarla izleyen kızı incelemeye başladım.

   Eli sıkıntıdan olsa gerek belli aralıklarla omuzlarından sarkan uzun kahverengi saçlarını buluyordu. Onları defalarca düzeltmişti ve bunu bilinçli olarak yapmadığı belliydi. Kestane rengi iri gözlerinde tedirginlik açıkça okunuyordu.

   Bir an bakışları Berzah’a döndüğünde Asaf’la sessiz bir şekilde konuşan Berzah’ın da gözleri ona döndü ve bir anlığına bakıştılar.  Berzah’ın ona güven vermek için hafifçe gülümsediğini gördüğümde Leyal’in harelerine yayılan rahatlamaya şahit oldum. Onun da dudaklarında bir tebessüm doğmuştu. İkisi arasındaki bağ gözle görülebilecek kadar kuvvetliydi. Berzah’ın yüzündeki sert ifade şefkatle yoğrulmuştu ve gözleri o birkaç saniyede merhametle dolmuştu.

   Babamın özlemi usulca içimde süzülürken onun kollarının arasında şefkatle sarmalanmayı isteyen bedenim titredi. Şefkatli kollarından ve saçımı okşayan elinden ruhuma akan güvene ihtiyacım vardı.

   “Berzah ve Leyal.” Düşüncelere daldığım için takılı kaldığım ikiliden bakışlarımı çekip konuşmaya başlayan Asaf’a döndüm. “Kardeşler.” Gözlerim tekrardan onlara döndü. Aralarındaki bağı gören herkes onların kardeş olduğunu tahmin edebilirdi sanırım. Simalarında birbirlerinden izler vardı. Özellikle iri kestane rengi gözleri, uzun ve gür kirpikleri neredeyse tıpa tıp aynıydı.

   Bakışlarımın onların üstüne çok fazla oyalandığını görmüş olacak ki Asaf kendini açıklamak zorunda hissetmiş gibiydi. Ama benim açıklamasını istediğim çok daha farklı ve fazla şey vardı. Evet, belki onları izlerken aralarındaki bağı, kardeş olup olmadıklarını tahmin etmiş olabilirdim ama kesinlikle önceliğim bir soru değildi.“Artık soruma cevap verecek misiniz?” diye mırıldandım, konuyu değiştirip. 

   “Anlatmayacaksanız söyleyin, gece bastırmadan kendime kalacak bir yer bulmalıyım.” Köyde bana evini açacak birileri olur diye umut ediyordum. Çünkü eğer sessiz kalmaya devam ederlerse gitmekte kararlıydım.

   “Osman amcayla tanışıyorduk. Çok iyi bir insandı.” Asaf’ın sakin sesinden babamın ismini duyduğumda yutkundum. “Başın sağ olsun bu arada. Allah rahmet eylesin.” diye belli belirsiz mırıldandığında akmak için fırsat kollayan yaşlardan biri sağ gözümden yanağıma doğru kaydı. Alelacele elimin tersiyle yanağımı silerken “Âmin.” diye fısıldadım. 

    Zihnimin dağılmasına izin vermeyip kendimi toparlamaya çalıştım. Sadece isimlerini duyduğumda bu kadar dağılmamalıydım. Özellikle şu an ihtiyacım olan en son şey bile değildi, mantıklı tarafımın yokluğa karışması.

   Babamı tanıdıklarını söylüyorlardı ama sadece bunu dile getirdikleri için onlara sorgusuz sualsiz güvenemezdim. Babanın ismini öğrenmek isteyen bir insanın çok da zorlanmayacağını tahmin edebiliyordum.

   “Doğru söyleyip söylemediğinizi nereden bileceğim?” diye şüpheyle sorduğumda Berzah cebinden telefonunu çıkardı ve birkaç saniye ekranda bir şeylerle uğraştı. Telefonu bana uzattığında titreyen elimle telefona uzandım.

    Ekrandaki fotoğrafın yansıması beynime düştüğü an zihnimde bir karmaşa koptu. Başparmağımla istemsizce babamın gülümseyen yüzünü okşarken derin bir nefes aldım. Gözlerimi özlediğim güzel yüzünden çekip iki yanında dikilen ve babamın iki kolunun altına aldığı Berzah ve Asaf’a baktım. Üçünün yüzünde de gülümseme hâkimdi. Babamın üzerinde ona çok yakışan beyaz önlüğü vardı. Çalıştığı hastanenin bahçesinde oldukları babamın üzerinde önlükten ve arkalarında kalan çardaktan belli oluyordu. Yüzlerindeki ifadeden birbirlerini tanıdıkları okunuyordu. Babam cana yakın bir insan da olsa herkesle bu kadar samimi olmadığını biliyordum.

   Doğru söylüyorlardı. Onlara ilk başından güvenmeyi seçen tarafım bile biraz da olsa tedirgindi ama bu fotoğraf içime su serpmişti. Babamın varlığı güven veriyordu. Yanımda değildi belki ama içinde bulunduğu bir fotoğraf karesi bile güven vermeye yetiyordu işte. Yüzümde çelimsiz bir tebessüm doğarken güzel yüzünde parmağımı belli belirsiz son kez gezdirip telefonu Berzah’a geri uzattım.

   “Babamla nereden tanışıyorsunuz peki? Hastası mısınız? Ayrıca peşimde olan adamlar kim? Onların amacını biliyor musunuz? Dahası onların bugün evimde beni bekleyeceğini nereden biliyordunuz?” soruları ard arda sıralarken cevap bekleyen onlarcasını dile getirilmek için dudaklarıma dayanmışlardı sanki.

    Sorularımın ardından oda usulca sessizlikle doldu. Söyleyeceklerini toparladıklarını düşünerek onlara biraz zaman verdim. Öğrendiğim, öğreneceğim şeylerin ağırlığının ruhuma işlenebilmesi için benim de zamana ihtiyacım vardı.

   “Zamana ihtiyacım var.” Bu cümle dilime defalarca misafir olmuş, zihnimi kurcalamıştı. Onlarca anıma serpiştirilmiş bu cümle şu an dudaklarıma misafir olmasa da tüm benliğim ilk defa tüm gücüyle bu cümleyi haykırıyordu. Zihnimde açılan yarıkların “alışmak” la dolması için, özlemle, kimsesizlikle yaşamayı öğrenebilmek için zamana ihtiyacım vardı.

   Etrafımda kopan karmaşa beni dipsiz bir kuyu gibi içine çekerken yolun sonunda ne olduğundan bihaberdim. Az sonra ne öğreneceğim, neyle karşı karşıya kalacağım ya da bana zarar vermek için fırsat kollayan bu insanların ne kadar ileriye gidebilecekleri hakkında hiçbir fikrim yoktu.

   Bilmediğim karanlık bir odaya bırakılmış gibi hissediyordum. Sadece içeride yalnız olmadığımı, benim hakkımda kötü planlara sahip birileri olduğunu biliyordum. Onların varlığından bile tam olarak emin değilken odadaki diğer her şeyin karanlıkta gizli olduğunu bilmek içimde doğan ve kökleri zamanla tüm ruhuma saran korkuyu suluyordu.

   Tahta kapının gıcırtısı evdeki sessizliği dağıtırken oturduğum yerde istemsizce sıçramıştım. Başparmağımla üst damağımı yukarı kaldırırken babaannemin küçükken korkuluğumu kaldırmak için yaptığı bu hareket bana ondan miras kalmıştı.

   “Hayırsızlar.” diye içeriye giren kadınla bakışlarımı hızla diğerlerine çevirdim. Onlarında şaşırdığı yüzlerinden okunuyordu. İlk toparlanan Berzah olmuştu. Birkaç saniye içinde hızla yerinden kalkıp büyük adımlarla kapının yanındaki kadının yanına gitti, elini tutup öptü ve alnına koydu. Yetmişlerinin ortasında gözüken, yaşanmışlıkların çizgilerini yüzünde taşıyan kadını incelerken buraya geldiğimden beri defalarca olduğu gibi tekrar babaannem düştü zihnime.

   “Konuşmuyorum ben sizinle. Bırak öpme elimi de. Unuttunuz beni.” Tatlı sitemiyle elini çekmeye çalışır gibi yapsa da zümrüt yeşili gözlerinde parlayan ışıklar onları gördüğüne sevindiğini saklamasını engelliyordu. Kaşlarını çatmak için uğraşsa da yüzündeki sevinç dalgaları ona engel oluyor gibi gözüküyordu. “Ani oldu gelişimiz babaanne. Yoksa seni unutur muyuz biz hiç?” diye açıklama yapmaya başlayan Berzah’ı izlerken Leyal’in de kendine gelip hızla ayağa kalktığını gördüm. Hızla koşup yaşlı kadına sarıldığında bir an dengelerini sağlayamayacak gibi olsalar da Berzah hızla babaannesine kolundan destek olmuştu. “Çok özledim seni babaannem.”

   Yetmişli yaşların ortalarında gözüken kadının yüzünde derin bir gülümseme doğarken yüzündeki yaşanmışlık çizgileri belirginleşti. Şefkatle ve merhametle ışıldan yeşil gözleri özlemle Leyal’in yüzünde dolaştı. Boyu Leyal’den kısa olduğu için Leyal biraz eğilmek zorunda kalmıştı.

   “Deli kız yavaş, düşüreceksin beni. Yaşlandım ben artık.” diye söylendiğinde Leyal onun ellerinin avucunun içine alıp sıkıca tuttu ve onu en yakındaki koltuğa oturttu. Hemen yanına oturup ellerini tekrar ellerine aldığında babaannesi elini saçlarına koyup okşamaya başladı. Leyal’in gözleri usulca kapanırken yüzündeki huzurlu bir tebessüm doğmuştu. Şahit olduğum manzara içimi sızlatırken gözlerimi onlardan çekip yerdeki halıya diktim. Annemi özlemiştim. Saçlarımdaki elini özlemiştim.

   “Hoş geldin Meliha babaanne.” Asaf’ta oturduğu yerden başıyla selam vermişti.

   “Bu güzel kızımız kim?” Bahsedilen kızın ben olduğumu bildiğimden gözlerimi halıdan çekip koltukta oturan ve tüm dikkatini bana vermiş yaşlı kadına döndüm.

    Ondaki tanıdıklık hissi hem canımı yakarken hem de içime sevgi tohumlarının ekilmesini sağlıyordu. Kendimi nasıl tanıtacağımı bilmediğimden Berzah’a baktım. Onun babaannesiydi ve en doğru açıklamayı o yapar gibi gelmişti. Benim bakışlarımı izleyen kadının gözleri de Berzah’a döndüğünde kaşları yavaşça havalandı ve yeşil gözlerinde bir ışığın yanıp söndüğüne şahit oldum. “Yoksa sonunda bana bir kız daha mı getirdin? Bu güzel kız gelin kızımız mı olacak?” Gelin kelimesini duyduğum kaşlarım hızla çatıldı. Olay çok yanlış anlaşılıyordu. “Hayır.” diye aynı anda cevap verdiğimizde ses tonumuzdan kesinlik akıyordu. Çoğu babaanne gibi Berzah’ın babaannesinin de onun mürüvvetini görmek istediği açıktı.

    Babaanne soran gözlerle Berzah’a odaklandığında bu rahatsız edici durumdan bir an önce kurtulmayı diledim. Yeterince gergin bir ortamda değilmişiz gibi odadaki atmosfer git gide daha da gerginleşiyordu. “Misafir.” diye açıkladı Berzah. Yaşlı kadın tatmin olmamış gözükse de daha fazla sorgulamadı ve gülümseyen yüzüyle bana döndü. “Adın ne senin güzel kızım?” diye sorduğunda “Şimal.” diye mırıldandım. Sesim kısık ve belli belirsiz çıkmıştı.

   “Ben de Meliha. Bu hayırsızların babaannesiyim.” diye benim aksime canlı sesiyle konuşup gözleriyle Berzah ve Leyal’i gösterdi.

   “Hasta mısın sen? Yüzün solgun duruyor yavrum.” Sözleri boğazımdaki sızlamayı hatırlattığında şu an hasta olmasam da yakın bir zamanda olacağımın habercisi olan ağrıyı saatlerdir olduğu gibi görmezden geldim ve “İyiyim.” diye mırıldandım. Sesim yalanımı ele vermek istercesine boğuk çıkmıştı.

   Saçlarını okşadığı torunundan ayrılıp yerinden doğruldu. Başındaki beyaz başörtüsünü düzeltip yanıma yaklaştığında istemsizce gerilmiştim. Ilık eli alnımı bulduğunda tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Kaşları derince çatıldığında alnı kırışmıştı. “İyiyim diyorsun ama ateşin var biraz. Eşyalarını topla hadi. Bir an önce bana geçelim de ben sana bir nane limon kaynatayım. Ilık duş alırsan ateşin de düşer.” Ardı ardına sıraladığı cümlelerle kaş çatma sırası bana geçmişti.

    Söylediklerini algı süzgecinden geçirip idrak etmeye çalışırken Berzah’ın sesini duydum. “Burada kalması daha iyi olmaz mı babaanne?” Burada kalacak diyemediğinden cümleyi hafiflettiği ses tonundan anlaşılıyordu ama babaannesi bunu görmezden gelmişti.

   “Olmaz.” diye cevap verdi babaanne. Sesi kararlıydı. “Ben de kalacak. Hatta Leyal de gelsin. Arkadaşlık eder sana.” Konuşmanın sonuna doğru benim gözlerimin içine bakmaya başladığında bir anda kendimi başımı aşağı yukarı sallayıp onu onaylarken buldum. İnsanlar üzerinde farklı bir etkisi vardı.

   “Babaanne…” Berzah itiraz edecek olduğunda ona o kadar sert bakmıştı ki Berzah susmak zorunda kalmıştı.

    Başka bir evde kalma fikri ilk başta rahatsız edici hissettirse de sabah gizli bir şekilde bu köyden ayrılmam gerektiği gerçeği vardı. Evime gideceğimi öğrendiklerinde Berzah ve Asaf’ın izin vereceğini ya da en azından beni yalnız göndereceklerini sanmıyordum. Ama Zeynep’in hayatını tehlikeye atamazdım. Burada olayları bilen ve gözleri üstümde olan iki kişi varken çıkmak hayli zor olurdu, en iyi seçenek babaannenin teklifini kabul etmekti. Hem bedenimdeki yorgunluk ve halsizlik nane limon fikrine ısınmamı sağlıyordu.

    Sanki bu teklifi bekliyormuşçasına ayağa kalktığımda Asaf ve Berzah’ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Muhtemelen telefon konuşması hakkında ilerleyen saatlerde konuşmayı düşünmüşlerdi ama babaannenin teklifi bu olasılığı ortadan kaldırmıştı. Zihnimde cevap bekleyen onlarca soru olsa da yorulmuştum.

    Tüm bedenim sızlıyor, zihnimde yaşananların sancıları kol geziyordu. Uyumayacak olsam bile bir yere uzanmak ve sessizliği dinlemek istiyordum. Zihnimde kopan karmaşa yeterince gürültülüyken kulağıma çalınan sesler işkenceden farksızdı.
Babaanne kapıdan çıkarken ben de onlara dönüp “Konuşmaya devam edeceğiz. Anlatmadığınız çok şey var.” diye mırıldanıp onun peşinden ben de çıktım. Arkamdan Leyal’in geldiğini hissedebiliyordum. Astığım kabanımı giyerken babaanne çoktan kapıdan çıkmıştı bile. Leyal ve Asaf kapıya doğru yürüdüklerinde Berzah onların aksine bana doğru yaklaşmıştı.

    Kabanımın düğmelerini iliklerken onunla göz göze gelmemek için her bir düğmeyi iliklerken büyük bir dikkatle kabanıma bakıyordum. Yanımda dikilip sakince işimi bitirmemi bekledi. Daha fazla oyalanamayacağımı bildiğimden yavaşça kafamı kaldırıp onunla göz göze geldim.

    “Yanlış bir şey yapma.” Gözlerimin içine bakarken tek seferde söyledi. “O adamlar tehlikeli, tek başına başa çıkamayacağın kadar.” Yarın yapacaklarımı biliyormuşçasına konuşması vücudumun soğuk bir rüzgârla sarmalanmışçasına titremesine neden oldu.

   “Yarın sabah kahvaltıdan sonra konuşacağız, bu gece sadece dinlen. Kolay bir gün geçirmedin.” Anlayışla konuşması daha çok gerilmeme neden oluyordu. Yarın onlardan gizli iş yapacağım için suçlu olduğuma savunan bir ses peyda olmuştu zihnimde ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Hem de hiç.

   “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım oldukça kısık sesle. “Bugün…” sözümü kesen babaannenin içeriye doğru seslenişi olmuştu. Beni çağıyordu. Sözüme devam etmeye yeltenecektim ki Berzah yüzündeki belli belirsiz tebessümle başını anladığını belirtircesine yavaşça eğdi. “Hayırlı geceler.” diye mırıldanıp arkamı döndüm ve ayakkabılarımı alıp kapıya doğru yürüdüm. Leyal çoktan dışarı çıkmıştı. Asaf geçmem için bana yol verdiğinde botlarımı giyip evden çıktım.

   Saatler önce bu eve girerken zihnim daha karmaşık, içimdeki korku daha somut bir şekilde yanı başımdaydı. Şimdiyse sular biraz daha olsa durulmuş, babamın varlığı sihirli bir dokunuş bırakmıştı içime. Güveniyle sıkı sıkıya sarmıştı ruhumu. 
Dışarı çıktığım an da bedenimi saran soğuk havayla içim titredi. İçeride yanan sobanın sıcaklığıyla gevşeyen kaslarım bir anda keskin soğukla buluştuklarında kaskatı kesilmişlerdi. Kar tekrardan yağmaya başlamıştı ve yerlerde varlığını sürdüren kara yenileri tutunuyordu. Gece boyu yağmaya devam ederse yollar kapanabilirdi. Buradan ayrılmam zaten zorken yolların kapanması işleri içinden çıkılmaz hale sokardı.

   Merdivenleri inen Leyal’in peşine takılırken yarın buradan nasıl ayrılacağımın planını yapmaya çalışıyordum.

   “Dikkatli gidin. Yerler kayabilir. İyi geceler.” Arkamızdan bağıran Asaf’a omzumun üstünden bakıp önüme döndüm. Soğuk hava tenimi uyuştururken evin çok uzak olmamasını ummaktan başka yapabileceğim bir şey yoktu. Yürümekte zorlanırken son güç kırıntılarımı kullandığımın farkındaydım. Saatlerdir kastığım vücudum isyan etmek üzereydi.

   Yola çıktığımızda sağa doğru dönüp köyün içine doğru ilerlemeye devam ettik. Köşelerde yanan lambalar sokağı aydınlatırken soğuk hava nedeniyle ortalıkta kimseler yoktu. Arkamızda kalan evin köyün dışında gibi bir havası vardı. Yürüdükçe köy evleri çoğalıyordu.

    Yaklaşık on dakika sonra buradaki çoğu ev gibi tahtadan yapılmış hemen yanında geniş bir bahçenin başladığı evin önünde durduğumuzda tüm vücudum buz kesmişti. Gerçekten çok üşüyordum ve boğazımdaki sızlama canımı yakıyordu.
Babaanne önden gidip anahtarla kapıyı açarken botlarımı çıkarıp Leyal’in arkasından eve girdim. İçeri girmemle beni kucaklayan sıcak hava burada da soba yandığını gösteriyordu. Kabanımı isteksizce çıkarıp bana vermem için elini uzatan Leyal’in koluna bıraktığımda kısaca etrafa göz gezdirdim.

    Orta büyüklükteki girişin iki tarafında da iki kapı vardı. Babaanne direk sağdan ikinci kapıya girdiğinde ben ne yapacağımı kestiremediğimden olduğum yerde beklemeye başladım. Bir an önce bulduğum ilk yere oturmazsam olduğum yere çökecektim. “İyi misin?” Leyal’in çekingen sesini duyduğumda başımı olumlu anlamda sallayıp gülümsemeye çalıştım. İyi değildim ama bunu onun bilmesine gerek yoktu.

   “Gel, içeriye geçelim.” Evden çıktığımızdan beri yaptığım gibi onu takip ettim. Diğer evdeki odanın bir benzeriyle karşılaştığımızda etrafa çok göz gezdirmeden yakınımdaki koltuğa çöktüm.

    Bedenim titrerken göz kapaklarımdaki ağırlık gözlerimin kapanmasına neden oluyordu. Gözlerimi zorlukla araladığımda babaannenin telaşla odaya girdiğini gördüm. Kendimi kasmayı bıraktığımda bünyem daha fazla dayanamamış ve çökmüş olmalıydı.
Alnımda dolaşan elin soğukluğu içimi titretirken kendimi geriye çekmeye çalıştım. Telaşlı sesler kulağıma dolsa da kulaklarımdaki uğultu söylediklerini anlamamı güçleştiriyordu.

    Saatlerdir yaptığım gibi kendimi kasıp gözlerimi açmaya çalıştım ama bu sefer işe yaramıyordu. Kapanmak için uğraşan gözlerime daha fazla direnemedim ve gözlerimi kapattım. Karanlık beni içine çekerken uyandığımda dinlenmiş olmayı umuyordum.
Telefonla birini aramaları. Karanlık. Alnımda, kollarımda ve bacaklarımda serili ıslak bezler. Karanlık. Berzah ve Asaf’ın yabancı bir adamla odaya girişi. Karanlık. Ağzıma koyulan hap ve içirilen su. Karanlık.

    Bilincim defalarca gidip gelirken sonuna gözlerimi araladığımda bezlerin hâlâ yerlerinde olduklarını hissediyordum. Başımda oturan kişi alnımdaki bezi alıp birkaç dakika sonra ıslatıp tekrar koydu. Konuşmaya çalıştığımda ağzımdan bir inleme dışında başka bir şey çıkmamıştı. “Ateşin çok fazlaydı ama doktorun verdiği ilaç etkisini göstermeye başladı. Uyuma çalış. Daha saat iki. Güneş’in doğmasına saatler var.” Berzah’ın sesini duyduğumda başımdaki kişinin o olduğunu anlamıştım. Karanlık tekrardan beni içine çekerken en son duyduğum şey “Karın içinde saatlerce yatarsan hasta olursun tabii.” diye mırıldanan Berzah’ın sesiydi. Düşünmeye fırsatım olmadan zihnim karanlığa gömülmüştü.



13 Ağustos 2017 Pazar
03:27
Okuduktan sonra düşüncelerinizi yazarsanız çok sevinirim. Gecenin tüm güzellikleri sizinle olsun.




Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"