ŞİMAL- 9.BÖLÜM:"KORKU"


9.BÖLÜM: “KORKU”

“Göz kapaklarımı aralamaya çalıştığımda zifiri karanlık daha da derinleşmişti. Göz kapaklarım tenime görünmez bir iplikle dikilmiş, ipliğin geri kalan ucu ruhuma dolanmış gibiydi. Gözlerimi her açmaya çalıştığımda ip acı verici bir şekilde sıklaşıyor, zifiri karanlıkla boyalı göz kapaklarıma zihnimdeki anılardan kesitler yansıtılıyordu.

Tüm bedenime hükmeden sızı başımda yoğunlaşıyordu. Yanağımın yaslı olduğu yerdeki küçük taşlar yanağıma batıyor, bedenime uzandığı yerden ürpertici bir soğuk süzülüyordu.

“Şimal.”

İsmim endişeyle aralanmış dudaklardan döküldüğünde sesin zihnimde oluşturduğu etkiden korktum. Zihnimde savrulmaya başlayan onlarca düşüncenin nedeni olan sesin sahibini tanıyordum.

Ruhum onun ruhunu biliyordu. Aldığı titrek nefese gömülmüş onlarca kelimeyi duyabiliyordu kulaklarım, harelerinde titreşen duyguları görebiliyordu gözlerim ve korkusunu hissedebiliyordu ruhum.

Sesiyle kanıma karışan adrenalindi belki, belki de ruhuma sarılmış ip serbest kalmıştı bilmiyorum ama göz kapaklarımı zorlayarak da olsa araladım. Zifiri karanlıktan sonra gözlerime dolan keskin aydınlık canımı yakarken gözlerim istemsizce kapandı. Gözlerimi aydınlığa alıştırmak için yavaşça açarken göz bebeklerime batan iğneleri umursamamaya çalıştım.

Önümde uzanan manzarayla irkilirken yattığım yerden kalkmak için doğrulmaya çalışsam da sanki bütün uzuvlarım felç geçirmiş gibi hareketsizce uzanıyorlardı.
Gözlerim birkaç adım ötemde başlayan uçuruma takılı kalırken, rüzgârla birlikte boşlukta sallanan asma köprünün sesi rüzgârın uğultusuna karışıyordu. Köprünün karşı tarafında üstünde uçuşan beyaz elbisesiyle bana bakan Zeynep’i gördüğümde yutkunmak istedim ama boğazımdaki yumru izin vermedi.

Onun gözleri de benimkilere tutunurken gözlerimiz arasında bir köprü kuruldu. Önümüzde uzananın aksine ipleri sağlamdı. Dostlukla örülmüş, güvenle bağlanmışlardı. 

Sallanan köprüye doğru bir adım attığında “Dur.” diye bağırmak istedim.“Yapma.” Ama dudaklarımı aralayamamıştım bile. İçimde söylemediğim kelimeler çığlık çığlığa bağırırken köprüye bir adım daha yaklaştı. Bir sonraki adımında deli gibi sallanan ve sağlam olmadığı her halinden belli olan köprüye adım atmış olacaktı. Gözlerimizdeki alfabeden içimde kopan çığlıkları hissettiğini biliyordum. Biliyordum, çünkü ben de onun ruhunda kopan vaveylaları ruhumda hissediyordum.

“İyi değilsin.” diye çaresizlikle seslendi bana. “Yanında olmam gerekiyor. Yanına gelmeliyim.”

“Zaten yanımdasın.” diye bağırmak istedim. “Hep yanımdaydın.”

O, köprüye ilk adımını attığında şiddetli bir rüzgâr esmeye başladı. Asma köprü deli gibi sallanırken gözümden kopan sıcak bir yaşın yanağımdan süzüldüğünü hissettim. “Yalvarırım geri dön.” Sesim o kadar cılız ve güçsüzdü ki ben bile tamamen duyamamıştım.

Asma köprünün iplerine sıkı sıkıya tutunmuş, beşik gibi sallanan köprüdeki Zeynep’i izlerken kalbimiz boğazımda attığını hissediyordum. Yerimden hareket edebilsem yattığım yerden kalkıp ona engelleyebilirdim ama parmağımı bile kıpırdatamıyordum. Çaresizlikle dişlerimi sıktım.

Güçlü bir rüzgâr bedenime değip geçerken köprüden gelen seslerle gözlerim benim tarafımdaki ipleri buldu. Sağ taraftaki ipin gerildiğini ve kopmak üzere olduğunu gördüğümde korku tüm gerçekliğiyle karşıma dikildi sanki. “Zeynep.” diye tüm gücümle seslenirken sesim bir fısıltıdan farksızdı.”

Göz kapaklarımı araladığımda göğsüm aldığım düzensiz ve sık nefeslerle hızla inip kalkıyor, şakaklarımdan ter damlaları süzülüyordu.  Karşımdaki rutubetli, kirli, beyaz tavana bakarken gördüğüm rüyanın artçılarıyla sarsılan bedenimi sakinleştirmeye çalışıyordum.

“Uyandı.” Leyal’in heyecanlı sesini kulaklarımdaki derin uğultunun arasından seçebildiğimde başımı ona doğru çevirmeye çalıştım ama başıma saplanan acıyla yüzümü buruşturmaktan başka bir şey yapamamıştım. Elimde istemsizce başımın sağ tarafına uzandığında elime gelen şişlik ve değdiğim anda hızla başıma saplanan keskin acı tekrar yüzümü buruşturmama neden olmuştu.

Bilincim kapanmadan olanlar zihnime sızmaya başladığında “Zeynep.” diye mırıldandım.

Sesim bir inlemeden farksız çıksa da elimden gelenin en iyisi buydu. Görüş alanıma giren Leyal “Uyuyor.” diye cevap verdiğinde başımı çevirmeden gözlerimle onu izliyordum.

“Çok kan kaybettiği için bedeni güçsüz düşmüştü. Ama iyi, merak etme.” Ben iyi olup olmadığını sormadan bana açıklama yaptığında ona minnetle baktım. Konuşmadan sizi anlayan birilerinin olması paha biçilmezdi.

Yine de Zeynep’i görmek istediğim için yerimden doğrulmaya çalıştığımda Berzah’ın sesiyle irkildim. “Kalkma.”

Kaşlarım istemsizce çatılırken sadece bu hareket bile başımdaki ağrıyı arttırmış gibiydi. “Serum bitene kadar yatman iyi olur.” diye eklediğinde itiraz etmek için dudaklarımı aralasam da “Kolunu kaldıracak halin olmadığını biliyorum, itiraz etme.” diye devam ettiğinde haklılık payı olduğunu bildiğim için sessiz kalmayı seçtim ve bedenimi tekrardan yattığım sedyeye bıraktım.

Daha önceden dikkatimi çekmeyen sol koluma bağlı serumu izlerken yarısının bitmiş olduğunu fark ettim. Kaç saattir baygın yatıyordum acaba? Ben baygınken neler olmuştu? Zeynep’in bacağı için doktor gelmiş miydi?

“Çok fazla düşünüyorsun.” Berzah’ın yanı başımda duyduğum sesiyle istemsizce tekrar irkildim. Gözlerimi daldığım noktadan çekip ona çevirdim. Serumu kontrol ediyordu. İçine yeni bir şey enjekte ettiğini gördüm.

“Doktor musun?” diye aklıma ilk gelen soruyu sorduğumda gözleri ilgilendiği serumdan uzaklaşıp benim gözlerimi buldu. Harelerinden gölgeli bir ifadenin geçtiğini hissetsem de saliseler içinde yok olmuştu.

“Hayır.” diye cevap verip arkasını döndüğünde siyah boğazlı kazağının kollarını sıyırdığını ve sağ kolunun arkasında büyük bir sargı bezinin olduğunu fark ettim. Sargı bezi yer yer kanla bezeliydi. Bayılmadan önceki anlar tekrardan zihnimde canlandığında kolundan sızan kanları hatırladım.

“O mu yaptı?” diye cılız bir sesle sorduğumda kendimi mahcup hissediyordum. Birkaç saniye durakladıktan sonra bana doğru döndü. “Çok korkmuştu ve kendini korumaya çalışıyordu.” diye düz bir sesle cevap verdi. “Önemli bir şey yok.”

Her ne kadar önemsiz bir şeymiş gibi bahsetse de sargı bezindeki kan lekeleri gözümün önünden gitmiyordu. “Ama.” Durakladım. “Kanıyor.” diye mırıldandığımda dikkatle yüzünü inceliyordum.

Kaşları yavaşça çatılırken kolunu çevirip gözleriyle sargı bezini incelemeye başladı. Yüzünde canının acıdığına dair bir emare arasam da ifadesizce bakıp gözlerini tekrar bana çevirmişti. “Sana yiyecek bir şeyler getireceğim, vücudun güçsüz düşmüş. Yemekten sonra da içmen gereken ilaçlar var.”

Benim söylediklerimi umursamadan yeni şeyler söylediğinde istemsizce başımla onu onayladım. Arkasını dönüp sedyeden uzaklaştığında açılan kapının sesi odada yankılanmıştı. Başımı Leyal’in ve kapının olduğu sağ tarafa çevirdiğimde başımdaki sızı dilimi ısırmama neden olmuştu.

Kapıdan Asaf girerken Berzah’ın çıktığını gördüm. Asaf bana yaklaşırken gözlerim Leyal’in yüzümde dolaşan gözlerine değdi. Yüzünde sıcak bir tebessüm doğduğunda ben de ona gülümsemeye çalıştım.

“Babaanne beni kesin öldürecek bu sefer.” diye yüzündeki sıkıntılı ifadeyle konuşan Asaf’a baktığımda yüzümdeki gülümseme büyümüştü. “Doktora diye kaçırdım seni, kafanda kocaman şişlikle nasıl geri götüreceğim?” Elim istemsizce başıma giderken “Kocaman?” diye mırıldandım istemsizce.

Leyal’in sinirli bakışları Asaf’a dönerken Asaf iki elini birden havaya kaldırıp geriye çekildiğinde yüzündeki mimiklerle özür diliyordu resmen.

“Sen ona bakma Şimal. Çok büyük bir şey değil. Birkaç güne iner zaten. Belli bile olmuyor neredeyse.” Leyal bir yandan sitemle Asaf’a bakarken bir yandan da bana açıklama yapıyordu.

“Yuh.” Asaf’ın tepkisiyle gülme isteğimi zorlukla bastırdım. “Ufak at biraz kızım. Nasıl belli olmuyor?” En son taktığım şeyin kafamdaki şişliğin büyüklüğü olduğunu anlamalarını beklerken onların komik hallerini izliyordum.

Leyal, Asaf’a kötü kötü bakarken “Sorun değil.” diye konuşma gereği duydum.  İkisinin de gözleri beni bulduğunda olayın gereksiz ve komik olduğunu fark etmiş olacaklar ki mahcup bir gülümseme peyda oldu dudaklarında.

Aramızdaki sessizliğe birkaç dakika devrilirken “Bir şey sorabilir miyim?” diye mırıldandım. Asaf “Tabii.” diye hızla cevap verdi. Onların ayakta olmaları rahatsız hissetmeme neden olduğu için “İlk önce otursanız iyi olur.” dedim. Asaf odanın köşesinde duran; odadaki sedye, serum ve küçük malzeme dolabından başka tek şey olan iki sandalyeyi alıp benim rahatça onları görebileceğim şekilde yanıma koyduktan sonra Leyal’e oturması için öncelik verdi.

“Zeynep.” diye söze başlarken tedirginliğim ses tonumdan belli oluyordu. “Sanırım Berzah’ı…” durakladım. “yaralamış.” Leyal’in gözlerini kaçırdığına şahit oldum. Sonuçta abisiydi ve eminim onun canının yanması onun da canını acıtıyordu.

Asaf’ın gözleri benim yüzümde dolaşırken derin bir nefes alıp konuşmaya başladı. “Biz onu arabadan içeriye taşıyıp sedyeye yatırdık. Berzah’la malzemeleri bulmak için yanından ayrılmıştık, zaten onun da bilinci yerinde değildi.” Ben sormadan o olayı anlatmaya başladığında dikkatle onu dinliyordum.

“Uyanmış, içeriye girdiğimizde sedyenin yanındaki pansuman makasını eline almıştı ve bize doğru tutuyordu.” İstemsizce yutkunduğumda Asaf kötü hissetmiş olduğumu anlamış olacak ki durakladı.

“Çok korkmuştu Şimal.” diye açıklarken Zeynep’in gözlerinde gördüğüm ifade tekrardan gözlerimin önüne geldi. Çok korkmuştu.

Korku, bir insanın ruhunu ele geçirdiğinde ona her şeyi yaptırabilecek kadar güçlü bir duyguydu. Karıncayı bile incitemeyecek insanın eline makası aldıran da o korkuydu, çaresizliğe bulanmış saf ve can yakıcı bir korku.

“Çok kan kaybetmişti ve acilen bacağına müdahale edilmesi gerekiyordu. Ama bizi kendine yaklaştırmıyordu bile.” Derin bir nefes aldı.

“Sonra Berzah daha fazla bekleyemeyeceğimizi söyledi, çünkü bizi dinlemiyordu. Seni görmek istediğini sayıklayıp duruyordu. Berzah öne doğru ilerleyip ona yaklaştığında da can havliyle elindeki makası savurunca Berzah’ın kolunu kesti.” Yüzümdeki ifadeyi görmüş olacak ki “Merak etme, büyük bir şey değil. Pansuman yaptık. Çok derin değildi.” diye açıklama gereği duymuştu. Ama açıklaması içimde oluşan huzursuzluğa engel değildi.

“Dedikodunuz bittiyse bu çorbayı içmesi gerekiyor.” Bir anda Berzah’ın sert sesini duyduğumuzda üçümüz de irkilmiştik. Elindeki tepsiyle kapıdan içeriye girmişti. Leyal yerinden kalkıp bana doğru gelip doğrulmama yardım ettiğinde ona minnetle baktım, o da gülümsemekle yetindi. 

Berzah yanıma kadar gelip tepsiyi kucağıma bıraktığında bir anlığına göz göze geldik. “İlaçları içmeyi unutma. Kenara ayırdığımı aç karnına içeceksin.” dediğinde “Tamam.” diyerek onayladım.

O yanımdan uzaklaşırken Leyal “İstersen yardım edebilirim.” diye naif sesiyle konuştuğunda ona bakıp “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım, arkasını dönmüş uzaklaşan Berzah’ın değiştirilmiş sargı bezine bakarken. “Ben yiyebilirim.”
Gözlerimi tepsiye çevirdiğimde bir kâsede duran sıcak olduğu her halinden belli olan tarhana çorbasını gördüğümde içime yayınlan tanıdık, sıcak hisse sarılmak istedim. Kenara koyulmuş bardakta su, hemen onun yanında bir dilim ekmek vardı. Hemen önüme koyulmuş ve diğer ikisinde ayrı olduğu belli olan hapı alıp yutarken birkaç yudum su içtim. Her ne kadar hiçbir şey yemek istemesem de gücümü toplayabilmek için yemem gerektiğini biliyordum.

Ekmeği küçük parçalara bölüp çorbanın içine atarken aklıma dolan anıları uzaklaştırmaya çalışıyordum. Elimdeki ekmek bittiğinde kaşıkla çorbayı karıştırdım. Üstümde dolaşan bakışları hissettiğimde başımı kaldırdım. Hepsinin bakışlarının üstümde olduğunu gördüğümde içime dolan rahatsızlık hissine engel olamadım. Onlar bakarken yemek yemek daha zordu.

“İster misiniz?” diye sorduğumda Asaf “Aslında Meliha babaannenin tarhana çorbasına hayır diyemeye…” diye konuşmaya başladığında Berzah’ın kafasına vurmasıyla irkildi.
“Diyemeyeceğim derdim ama ben tokum, sağ ol.” diye Berzah’ın gözlerinin içine bakarak cümlesini tamamlamıştı. Bir yandan da eliyle başını ovalıyordu. “Oğlum, elin ağır dedim sana kaç sefer. Niye vuruyorsun ya?” diye hayıflanırken bir yandan da bana gülümsemeyi ihmal etmiyordu. Oldukça komik gözükse de Berzah’ın ona kötü kötü bakışı cidden ürkütücüydü.

“Sen iç çorbanı.” diye birden ondan bakışlarını çekip bana dönen Berzah’ın bakışları daha deminki kadar korkutucu değildi. “Senin ihtiyacın var.” Asaf’a ters ters bakmayı ihmal etmemişti. “Afiyet olsun sana.”

“Sağ ol.” diye mırıldanıp daha fazla konuşmadan çorbadan bir kaşık aldım. Sıcak çorbanın boğazımdan geçişi hissederken uzun süredir doğru dürüst bir şey yemediğimi fark etmiştim.

Dakikalar sonra çorba bittiğinde kalan iki hapı da içip suyu bitirdim. Leyal hemen kucağımdaki tepsiyi aldığında “Bir şey ister misin?” diye sormuştu.

Ona doğru eğilip “Lavaboyu kullanabilir miyim?” diye mırıldandım. Hemen doğrulup elindeki tepsiyi Asaf’ın kucağına bıraktı. Asaf ona şaşkın şaşkın bakarken onu umursamadan benim yanıma gelip “Tabii ki. Ben seni götürürüm.” diyerek hızlı adımlarla serumun takılı olduğu tarafıma geçmişti. Tekerlekli olduğunu tahmin ettiğim, serumun takılı olduğu demiri biraz yatağa yaklaştırıp bana elini uzatmıştı. Onun sıcak avucuna elimi bırakırken Berzah “Nereye?” diye sormuştu ifadesiz sesiyle. Leyal omzunun üstünden ona dönüp “Lavaboya.” diye cevap verdi.

Demiri yanımızda sürükleyip birlikte odadan çıktığımızda bir iki adım atmıştık ki ona dönüp “Lavaboya gitmeden Zeynep’i görmeye gidebilir miyiz?” diye sorduğumda başıyla beni onaylamıştı. Hemen çaprazımızdaki odaya doğru ilerlerken içime dolan heyecanın nedenini sorgulamadım.

Kapıdan içeriye ilk adımımı attığımda gözlerim sedyede uzanan Zeynep’i buldu. Yüzündeki sıkıntılı ifadeyle uyuyordu. Yüzü kireç gibiydi ve gözleri kapalı olmasına rağmen belli olan şişlik ve kızarıklık içimi dağlıyordu.
Yanına yaklaştım. Elim yavaşça havalandığında birkaç dakika tereddütle boşlukta asılı kaldı. Sonra yavaşça alnına düşen saçlarına dokunup onları kenara çektim. Kuruyan dudaklarına bakarken

“Özür dilerim.” diye mırıldandım. “Yüzündeki tebessümün değil, gözündeki gözyaşının sebebi olduğum için özür dilerim, Zeynep.”

Gözümden süzülen bir damla yaş yanağımdan süzülürken onun kuru dudaklarının hareket ettiğini gördüm. “Şimal.” diye inlerken bilinçsizce yaptığını bilsem de istemsizce “Efendim.” dedim. O tekrardan sessizliğe büründüğünde cevap vermeyeceği gerçeğini kabul ettim ve ondan uzaklaştım. Dinlenmesi gerekiyordu. Gördüğüm kadarıyla bacağındaki kana bulanmış bezler değiştirilmiş güzelce sargıya alınmıştı.

Ona son kez bakıp Leyal’le odadan çıkarken kolumu sıvazlayıp “İyi olacak.” mırıldandığında “İnşallah.” diye mırıldanıp gülümsemeye çalıştım.

“Çok temiz olmayabilir, uzun zamandır kullanılmadığı için. Ama kullanılmayacak durumda değildir. Ben seni kapıda bekliyorum. Seruma dikkat et olur mu?” Lavabonun önüne geldiğimizde Leyal’i dinleyip “Tamam.” diyerek onu onaylamıştım. İçeriye girdiğimde etrafa çok bakmamaya çalışıp işimi hallettikten sonra yarısı çatlamış ve pek temiz gözükmeyen lavaboya yaklaşıp ellerimi yıkadım. Karşımda asılı olan ve kirden dolayı bulanık gösteren aynadaki aksimle göz göze geldiğimde harelerimde gördüğüm ifadeyle irkildim.

Sanki harelerime derin bir yorgunluk işlenmiş gibiydi. Günlerce, aylarca dinlensem geçmeyecek, ruhuma dahi işlenmiş bir yorgunluk.

Akan soğuk suyu tek avucumla doldurup yüzümü sıvazlarken serum takılı koluma olabildiğince dikkat etmeye çalışıyordum. Yüzüme gelen saçlarımı da suyla geriye ittikten sonra musluğu kapatıp doğruldum. Biraz daha iyi hissediyordum.
Lavabodan çıktığımda köşede beni bekleyen Leyal bir iki adımda yanıma geldi. “Nasılsın?” diye sorduğunda her zamanki klasik cevap olan “İyiyim.” demekle yetindim.

 Birlikte yattığım odaya geldiğimizde biz kapıdan girmeden içeriden çalan telefonun melodisi duyuldu. Biz odaya adımımızı attığımızda bize arkası dönük oturan Berzah telefonu açmıştı. Asaf da onun yanında oturuyordu ve geldiğimizi fark etmemişlerdi.

Berzah “Alo.” dedikten sonra odada bir süre sessizlik hâkim oldu. Berzah’ın aniden ayağa kalkıp oturduğu sandalyeyi sinirle itip “Şerefsiz.” diye bağırmasıyla korkuyla irkildim. Ne oluyordu? Berzah bize doğru döndüğünde gözleri sinirle odada dolaşırken benim gözlerime takıldı. Harelerinde alev alan öfkeyi gördüğümde dudaklarımı birbirine bastırdım. Yine ve yine kötü şeyler oluyordu. Yüzündeki ifade git gide kararırken çenesi dişlerini sıkmaktan kaskatı kesilmişti.



30 Mart 2018  02:00



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"