ŞİMAL- 8.BÖLÜM:"BAŞLANGIÇ"
8.BÖLÜM:
“BAŞLANGIÇ”
Bilinmeyenler
zinciriyle sarmalanmış ruhum güven verici tek bir cümleyi benimseyip, onu
içinde yeşertip büyütecek kadar çaresizdi. Asaf’ın dilinden dökülen, Berzah’ın
harelerinde parlayan, Leyal’in avucunun sıcaklığında hissedilen, babaannenin
şefkatli sesinden akan güvene inanıyordum. İnanmak zorundaydım.
Acıyla
sarmalandığım, ruhumun en savunmasız olduğu günde binlerce soru üremişti
zihnimde ve hastalıklı bir kanser hücresi gibi hızla yayılıyorlardı. Önünü
alamıyordum, sorular arttıkça cevap bulabileceğime olan inancım baltalanıyordu.
Tek bir olumlu kelimeye tutunup, bir ses tonunun en derinlerinde saklı olsa da
oradaki güveni bulup çıkaracak kadar çaresizdim.
Karla
kaplı yolda ilerleyen arabanın arkasından bakarken zihnimdeki düşüncelere engel
olamıyordum. Hemen yanımda Leyal’in varlığını hissetsem de gözlerimi arabanın
kaybolduğu yoldan çekemiyordum. Bedenim burada olsa bile aklım tamamen arabanın
içinde acı dolu inlemeleriyle yatan Zeynep’teydi. Bir an önce buradaki işimizi
halledip onun yanına gitmek istiyordum. Babaanneye bu kadar mahcup olmasam
belki onlarla gitmek için ısrar edebilirdim ama içimdeki suçluluk duygusu bunu
yapmamı engellemişti.
Leyal
ürkütmekten çekinir gibi koluma dokunduğunda bakışlarım yavaşça onun endişeyle
dolu gözlerini buldu. “Hadi gidelim. Hava soğuk ve sen iyi gözükmüyorsun.”
Başımı belli belirsiz aşağı yukarı sallayıp Leyal’in yanında ilerlemeye
başladım.
Bir iki
adım atmıştım ki gözlerimin önünde siyah noktalar belirlemeye başladı ve hızla
arttılar. Gözlerim kararırken istemsizce sendeledim ve ayağım kaydı. Leyal beni
hızla kolumdan kavradığında gözlerimi sıkıca kapatmıştım. Başım dönüyordu.
“Şimal.”
Telaşlı sesi kulaklarıma dolduğunda dişlerimi sıkıp toparlanmaya çalıştım.
“İyiyim.” diye mırıldansam da sesim yalanımı ele veriyordu.
Göz
kapaklarımı araladığımda gözlerime dolan ışık beni rahatsız etse de gözlerimi
tekrar kapamadım. Leyal’in yardımıyla bir iki adım daha atmıştık ki evin tahta
kapısı gıcırdayarak açıldı. Babaanneyi gördüğümde içime çöreklenen suçluluk
duygusu kendini belli etti. Yüzüne bakamayıp gözlerimi yerdeki kara diktiğimde
nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bilmediğimden çekiniyordum.
Babaannenin
telaşlı adımlarının karda çıkardığı ses duyulurken dudağımı ısırdım.
“Leyal, bu
kıza ne oldu böyle?” O kadar mı kötü görünüyordum sahiden?
Soğuk
eller yüzümü çevrelediğinde irkildim. “Ateşi var.”
“Bu kadar
saat soğuk havada kalırsa çıkar tabii. Daha iyileşememişti ki kızcağız.” Son
cümlesini kendi kendine söylüyor gibiydi. Hiç sesimi çıkarmadan yerdeki karları
izliyordum. Babaannenin diğer koluma girdiğinde ilk defa bakışlarımı yerden
kaldırıp onun gözlerine çıkardım.
Orada
suçlamanın yerine tanıdık şefkatini gördüğümde soğuktan titreyen bedenime
rağmen içime huzur veren bir sıcaklık yayıldı.
Ona biraz
daha sokulup eve kadar onların yardımlarıyla yürüdüm. Kaçışıma şahitlik etmiş
tahta kapıdan içeriye girerken tüm bedenim sızlıyordu. Adrenalin kanımda
gezerken varlığı geri planda kalan hastalığım, kendini belli etmeye başlamıştı.
Başımdaki
ağrı dakikalar birbirini kovaladıkça artsa da sabretmem gerektiğini kendime
telkin etmekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Sabah yattığım odaya
girdiğimizde Leyal kabanımı çıkarmama yardım edip odadan çıkarken, babaanne de
bana koltuğa oturmamda yardım etmişti.
Koltuğa
çöktükten sonra gözlerim yürürken sızlayan ayaklarıma takıldı. Kıpkırmızı ve
kaskatı gözüküyorlardı. Parmaklarımı oynatmaya çalışsam da acıyla yüzümü
buruşturmaktan başka bir şey yapamamıştım.
Ayaklarım
sıcak iki el tarafından tutulduğunda gözlerim babaannenin endişeli yüzünü
buldu. “Bir de botları yalın ayak mı giydin?” sesinden akan sitem endişeye
bulanmıştı.
“Leyal.”
diye içeriye seslendiğinde telaşlı adım seslerinin tahta evde çıkardığı sesler
doldu kulağıma, daha sonra Leyal’in meraklı ve naif sesi. “Buyur babaanne.”
Kapının
pervazından başını uzatmış babaannesine bakarken arada üzerime değen
bakışlarından endişeyi seçebiliyordum. “Banyoda küçük bir leğen olacak ona
sıcak su doldurup getir, kızım. Ayakları buz kesmiş.” Leyal’in gözleri
ayaklarımı bulduğunda gözlerinin korkuyla irileştiğini gördüm. Korkusu
gözlerinde gizli kaldı ve hızla başını sallayıp gözden kayboldu.
Babaanne
eğildiği yerden doğrulup yanıma oturduğunda istemsizce gerilmiştim. Şu an bana
soru sorsa cevap verebilir miydim, bilmiyordum. Şakaklarım sanki
yarılıyormuşçasına zonkluyor, göz kapaklarım açık tutmaya çalıştıkça
düşüyorlardı. Başımı yavaşça kendine yasladığında itiraz etmedim. Elleri
saçlarımı bulurken gözlerim iradem dışında kapanmıştı. Sanki tüm gün bu anı beklemişim
gibi bedenim gevşerken biraz dinginliğe ihtiyacım olduğunu hissettim.
Birkaç
saniyeliğine de olsa kafamdaki sesler sussun, binlerce soru köşesine çekilsin,
düşünceler kapalı kapılar ardında kalsın istedim. Zihnimin duvarlarında asılı
olan anıların üstünü siyah bir çarşafla örtmek istedim.
İçimden
bir ses, yaşanılanların sadece bir başlangıç olduğunu bundan sonraki günlerin
cevaplara değil sorulara gebe olduğunu söylüyordu. O sesi göz ardı etmeyi
seçtim. Başımdaki ağrı dayanılmaz boyuttayken o sesi zihnimde büyütmek bana
zarardan başka bir şey getirmeyecekti.
Babaannenin
doğrulduğunu hissettiğimde göz kapaklarımı araladım. Elinde kırmızı bir leğen
ve demir güğümle odaya giren Leyal’i gördüğümde oturduğum yerde doğrulup
paçalarımı sıvamak için eğilmeye çalıştım ama babaanne beni engellemişti. Demir
güğümün tanıdıklığı, babaannenin şefkati; aklıma babaannemi getirdiğinde içim
özlemle titredi. Babaanneyi izlemeye devam ederken Allah’a karşıma bu güzel
insanları çıkardığı için şükrettim.
Özenle
paçalarımı sıvayıp güğümdeki suyu leğene döküşünü izlerken bir anda evin içinde
tahta kapının hızla çalınan sesi duyuldu. Birkaç saniyenin içinde defalarca
tıklanan kapı içime yavaşça süzülen telaşın kaynağı oldu.
Babaanne
ve Leyal de irkilmişlerdi. Gözlerim Leyal’in gözleriyle kesiştiğine ikimizin de
babaanneninkinden çok daha farklı bir korkuya sahip olduğumuzu gözlerinden
anlamıştım.
Babaanne
yerinden kalkarken, “Tövbe tövbe.” diye mırıldanmıştı. “Ayaklarını suya sok
kızım, biraz gevşesinler.” Kapıdan çıkmadan bana yapmam gerekeni söyleyip
söylene söylene kapıyı açmaya gitmişti. Bu arada kapı hâlâ çalınıyordu.
Babaanne
çıkar çıkmaz Leyal’le gözlerimiz tekrar buluşmuştu. Titreyen harelerine
bakarken damarlarımda gezen korkuya inat “Korkma.” diye fısıldadım.
O evden
kaçarak gitmişlerdi ve bizi burada bulma imkânları yoktu. Yoktu, değil mi?
Tahta
kapının açılma sesi duyulurken kalbimin boğazıma kadar tırmandığını ve orada attığını hissettim. “Eşek sıpası.” Babaannenin kızgın ama kendine has yumuşak
sesini duyduğumda derin bir nefes aldım. “Kapı öyle mi çalınır? Yüreğimize
indirdin.”
Kapıdan
içeriye nefes nefese giren Asaf’a şaşkın şaşkın bakarken arkadan söylene
söylene gelen babaanne koluna bir tane vurmuştu. “Babaanne…” diye bir şeyler
söyleyecekken gözleri benim gözlerimi buldu ve cümlesini bitirmeden “Şimal.”
diye mırıldandı.
O an ses
tonundan, harelerinden harelerime fısıldanan sessiz kelimelerden yolunda
gitmeyen bir şeyler olduğunu hissettim. İlk aklıma Zeynep gelirken kalbim
korkuyla kasıldı. Bu korku daha deminkinden daha farklı, daha can yakıcıydı.
“Gitmemiz
gerek.” diye bana bakarak konuştuğunda babaanne daha deminken daha şiddetli bir
şekilde Asaf’ın koluna vurdu. Asaf irkilip ona dönerken babaanne kaşlarını
çatmış ona bakıyordu.
“Nereye
getiriyormuşsun sen kızcağızı? Görmüyor musun hastalıktan bayılacak. Ayakları
desen kaskatı kesilmiş. Bırakmıyorum ben onu hiçbir yere. Sen git.” diye
sinirle söylenip Asaf’ı itmiş ve açtığı boşluktan geçip koltukta benim yanıma
oturmuştu.
“Kapıyı
alacaklı gibi çalıp bir de hasta kızı getirmeyi çalışıyor. Tövbe Ya Rabbim.”
diye söylenen babaanneye bakarken istemsizce dudağımı ısırdım.
Biraz
durup sonra bir anda tekrar Asaf’a dönen babaanneyi izlerken “Hem siz ne işler
karıştırıyorsunuz bakayım?” diye sormasıyla gözlerimi ondan çekip telaşla
Asaf’a çevirdim.
Elini
alnına koyup alnını ovuştururken başını eğmişti. Dudaklarını oynatıp sadece
benim görebileceğim şekilde “Zeynep” dediğinde kalbime çöreklenen korku
soluğumu kesti. Başıma bir anda saplanan ağrıyla istemsizce inledim.
Babaannenin bakışları anında bana dönerken
“İyi
misin kızım?” telaşlı sesini duyduğumda başımı aşağı yukarı sallayıp. “İyiyim.”
dedim titreyen sesimle.
“Babaanne
senin meşhur çayından mı yapsan Şimal’e? Başının ağrısı geçer belki biraz.”
Leyal’in sesini duyduğumda minnetle ona baktım.
Benim Asaf’la yalnız kalıp olup biteni öğrenmem gerekiyordu.
Gözlerim
beklentiyle yanımdaki babaanneye kayarken onun kaşlarını çatmış bir şekilde
Asaf’a bakmaya devam ettiğini gördüm. Biraz düşünüp ikna olmuş olacak ki
yerinden kalkıp yavaş adımlarla kapıya yürüdü. Asaf’ın yanına geldiğinde “Senden
alınacak hesabım var eşek sıpası, diğer eşek sıpasına da söyle, o paçasını
kurtardığını sanmasın. Otur şuraya uslu uslu, ben gelene kadar da bir yere
gitme. Geleceğim az sonra.”diye söylenip onu yine kenara itmiş ve odadan
çıkmıştı, onun arkasından da Leyal. Arkasından bakıp gözden kaybolunca hemen
Asaf’a döndüm.
“Ne oldu Zeynep’e?”
diye fısıldadığım da bana biraz yaklaşıp konuşmaya başladı.
“Kendine
geldi.” Derin bir nefes aldım. Kendine gelmesi iyi bir şey değil miydi?
“Bizi
onlardan sanıyor. Ne dersek diyelim bize inanmadı. Seni görmeden Berzah’ı
bacağına bile dokundurmuyor. Çok kan kaybetti zaten, böyle devam ederse her şey
daha zor olur. Eline bulduğu bir iğneyi almış Berzah yaklaşmaya çalıştıkça
savuruyor. Delirmiş gibi. Deliliğinin korkusundan geldiği belli. Çok korkmuş.”
Son kelimesiyle içimde bir şeylerin acıtarak koptuğunu hissettim.
Çok
korkmuştu. Çok korkuyordu. Dudaklarımdan istemsizce bir hıçkırık kopsa da
gözyaşlarının akmasına izin vermedim ve gelen hıçkırıkları yuttum. Onun yanına
gitmeliydim.
Yerimden
doğrulmaya çalıştığımda ayaklarım su dolu leğene çarptı. Her ne kadar ayaklarım
hâlâ korkunç derecede sızlasa da burada öylece oturamazdım. “Hemen gitmeliyiz.”
diye mırıldanıp yerimden kalktım. Hızlı kalktığım için başım dönmüştü. Elimle
koltuğun kenarından destek alırken bir koluma da Asaf girmişti. “Sen de iyi
değilsin.”
Asaf’a
bakmadan “İyiyim ben.” diye fısıldadım. “Beni Zeynep’e götür, lütfen.” Onun
yardımlarıyla odadan çıktığımıza fazla ses yapmış olmalıyız ki babaanne
mutfağın kapısında göründü. Beni ayaklanmış görünce ilk önce gözleri büyüdü
ardından kaşları çatıldı.
Asaf’a
dönüp konuşmaya başlayacağı sırada Asaf ondan önce davranıp “Sağlık ocağına
götürüyorum babaanne. Kötü bir yere değil. Bir doktora görünsün.” diye hızlıca
açıklama yapmıştı. Yalan söylemenin mahcupluğuyla gözlerim yerdeki kilime kayarken
itiraz etmemesi için dua ediyordum. Her adımımda deli gibi sızlayan ayaklarıma
bakarken biraz da olsa açıldıklarını fark ettim. En azından yalpalayarak da
olsa Asaf’ın yardımıyla yürüyebiliyordum.
“Leyal de
sizle gelsin.” İtiraz etmemesiyle derin bir nefes aldım. Leyal hızla kendi
montunu üstüne giyerken bana da kendi kabanımı giymem de yardım etmişti. Bir
koşu kendi çoraplarından getirip benim ayaklarıma giydirirken ona minnetle
baktım. Hakkını nasıl ödeyecektim?
“Teşekkür
ederim.” diye mırıldandığımda gözlerimin içine bakıp sıcacık gülümsemekle
yetindi. “Hadi gidelim, biz hazırız.” diye kapıya yaslanmış yeri izleyen Asaf’a
seslendiğinde Asaf başını sallayıp koluma girmişti. Onların yardımıyla kapıdan
çıkarken babaanne bana yaklaşıp yüzümdeki saçları sıcak parmaklarıyla çekip
yüzümü avuçlarının içine almıştı.
“Hiç
içime sinmedi ya, neyse güzel kızım. Dikkat et kendine. Mehmet Bey iyi
doktordur. Güzel ilgilenir hem hastalarla. Çabucak görünüp gelin, tamam mı?”
Başımı sallayıp onu onayladığımda saçlarımdan öpüp beni bırakmıştı. Gözlerime
biriken yaşları engelleyip ona gülümsemeye çalıştım.
Bir
kolumda Asaf bir kolumda Leyal Asaf’ın biraz ileriye park ettiği arabaya
ilerlerken Asaf “Bir ara beni dövecek sandım.” diye söylendi. Leyal “Zaten
dövdü.” diye ağzının içinde mırıldandığında dudaklarımda istemsizce bir
tebessüm doğdu. Asaf’ın homurdanmalarını duyduğumda yüzümdeki tebessüm büyüdü.
Arabaya
geldiğimizde Leyal’in de yüzünde bir tebessüm asılıydı. Birkaç dakikalık ana
sığan mutluluğun iyi geldiğini hissederken arka koltuğa oturdum ve endişelerin
tekrardan zihnime sızmasına izin verdim.
Leyal de
yanıma oturduğunda çoktan sürücü koltuğuna yerleşmiş olan Asaf arabayı
çalıştırdı. Birçok soru dilimin ucuna kadar gelse de alacağım cevaplardan
korktuğum için hiçbirini sormadım. Onun yerine sessizliğe bürünüp önümüzde akıp
giden yolu izlemeye başladım. Zeynep’i nereye götürdüklerini, neyle
karşılaşacağımı bilmiyordum. Bilmiyor olmak daha da korkutuyordu.
“Onu
nereye götürdünüz?” sonunda dayanamayıp sorduğumda Asaf omzunun üstünden
saniyelik olarak bana bakıp önüne döndü. “Köyün eski sağlık ocağına.” Eski dediğine göre şu an kullanılmıyor
olmalıydı. Peki, tamamen boşsa Zeynep’le kim ilgilenecekti? Doktor mu
getirmişlerdi?
“Doktor
mu getirdiniz?” sorumun ardından geçen birkaç dakikada arabada sessizlik hâkim
oldu. Leyal ve Asaf’ın aynadan göz göze geldiklerini gördüm. Aralarında anlam
veremediğim bir bakışma geçti. Ben sabırla cevap beklerken ondan sonraki
dakikalarda arabada sadece sessizlik vardı. Cevap vermemeleri içimi kemirse de
ben de sessizliği seçtim.
Araba
yavaşlayıp durduğunda vücudumdaki sızlamayı yok saymaya çalışıp arabadan indim.
Oldukça eski ve yıpranmış tek katlı binaya bakarken içerisinin ne halde
olduğunu hayal etmek istemedim.
Asaf
binanın girişine yönelirken Leyal’de benim koluma girmişti. Birlikte
olabildiğince hızlı şekilde kapıdan içeriye girdiğimizde boş binada yankılanan
Zeynep’in sesini duydum. Titreyen sesiyle “Şimal’i görmek istiyorum.” diye
bağırırken gözlerimden süzülen yaşlara bu sefer engel olmadım. Sesi paramparça
çıkıyordu. Sanki bir şeylerin cesedi sesine gömülmüş gibiydi. Acıtıyordu.
Onun
sesini takip edip ilerlerken Leyal’in kolundan çıktığımı fark ettim. Etrafı
gözyaşlarım yüzünden bulanık görsem de sesini takip edip kapısı olmayan bir
odanın önüne gelebilmiştim. Sesler daha yakından geliyordu. Kesik bir nefes
alıp içeriye girdiğimde karşımdaki sedyede yarı yatar durumda olan Zeynep’le
göz göze geldim.
Gözlerinde
gördüklerimle dudaklarımdan bir hıçkırık koparken gözyaşlarım yüzümü yıkayıp
çenemde birikiyorlardı.
Neşeyle
bakan gözlerindeki ışıklar sönmüştü. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmıştı. O
hiç ağlamazdı ki. Gözleri şişene kadar hiç ağlamazdı. İçimdeki acının kanıma
karışıp tüm bedenime yayıldığını hissettim.
O kadar
halsiz ve bitkin gözüküyordu ki. Yıkılmamak için zor duruyor gibiydi.
Onun da
gözlerinden yaşlar süzülürken elimden sıkı sıkıya tuttuğu iğnenin elinden
kaydığını gördüm. Fayansa çarparken çıkardığı ses odada yankılanırken onun da
dudaklarından bir hıçkırık kaçmıştı.
“Şimal.”
diye fısıldadığında zorlanarak ona doğru bir iki adım attım. Gözlerimdeki
yaşları elimin tersiyle silip onu daha net görmeye çalışırken kireç gibi
bembeyaz kesilmiş yüzünü; kanı çekilmiş, kuru ve titreyen dudaklarını
gördüğümde bacaklarımdaki dermanın kesildiğini hissetim. Dizlerimin üstüne
çökerken hıçkırarak ağlıyordum. “Özür dilerim, özür dilerim…” diye sayıklarken
ellerine tutunmuş omuzlarım sarsıla sarsıla ağlıyordum. Başım deli gibi
dönüyor, kulaklarımdaki uğultu saniyeler geçtikçe artıyordu.
“Şimal.”
Berzah’ın yanı başımdaki sesini duyduğumda başımı kaldırıp ona bakmaya
çalıştım. O kadar bulanık görünüyordu ki. Yine de sağ kolundan süzülen kanı
ayırt edebilmiştim. Yaralanmış mıydı? Beynimdeki uğultu artmaya devam ederken
hıçkırıklarımın arasında nefes almaya çalışıyordum. Bir anda bedenimdeki
gücümün tamamen bittiğini hissettim. Bedenim yana doğru devrilirken başım gürültüyle
yere çarptı.
Düşüncelerinizi
birkaç kelimeyle de olsa yazarsanız çok mutlu olurum. Gecenin güzellikleri
sizinle olsun.
25
Mart 2018 23:54
Yorumlar
Yorum Gönder