ŞİMAL- 7.BÖLÜM:"SUÇLULUK"


7.BÖLÜM: “SUÇLULUK”

   Derin sessizliğe gömülü binlerce kelime onun git gide kararan harelerinden benim korkuyla titreşen harelerime akarken içimi saran duyguları ayırt etmekte zorlanıyordum. Ruhum sanki duygu yağmuruna tutulmuş, onlarca duyguyla sırılsıklam olmuştu.

   Bir anda etrafımda bir hareketlilik hissettiğimde gözlerimi onun gözlerinden çekip odada gezdirdim. Birkaç adamın silahını Berzah’a doğrulttuğunu gördüğümde bir an nefes alamadığımı hissettim. İstemsizce olduğum yerde sendelerken gözlerim alnıma dayalı silahın sahibine kaydı.

   Yüzündeki alay kokan sırıtma yok olmuş, yerini rahatsız edici bir ifadesizlik maskesi almıştı. Kaşları derince çatılıp alnındaki kırışıklıkları ortaya sererken çenesi kaskatı kesilmiş, gözleri yüzümdeki bir noktaya sabitlenmişti ve geçen her saniye gözlerindeki duygusuzluğu perçinliyor gibiydi.

   Şakaklarında öfkesinin gerçekliğini anlatmak istercesine beliren damara bakarken odadaki sessizliği dağıtan acı dolu inlemeyle irkildim. Tam arkamda yatan Zeynep’in acı dolu inlemeleri odadaki gergin sessizliği dağıtırken alnımda dayalı olan silahı umursamadan ona doğru hamle yapacaktım ki önümdeki adam silahı sert bir şekilde alnıma bastırdı. Ağzından onaylamadığını belirten homurtular dökülürken istemsizce dişlerimi sıktım.

   “Sen işin ciddiyetini anlamadın herhalde.” Dişlerinin arasından tıslarcasına konuşurken sağ gözünün seğirdiğini gördüm. “Elimde oyuncak silah tutmuyorum. Ama sen bunu bilmiyormuş gibi gözüküyorsun.” diye konuşmaya devam ederken dudakları kıvrılmıştı. Ama kesinlikle gülümsemiyordu. Yüzünde dudaklarından başka mimik oynamazken ve gözleri bu kadar korkunç bakarken gülümsemekten çok, öfkeden deliye dönmüş gibi gözüküyordu. “Gösterelim o zaman.” Kurduğu cümleyle içim korkuyla titrerken sanki kafasına bir silah dayalı değilmişçesine umursamaz olması kanımı donduruyordu.

   Silahı benden çekip arkama doğrulttuğunda korkunun boğazıma kadar tırmandığı hissettim. Ne yapacağımı bilmiyordum, tek bildiğim bir şeyler yapmam gerektiğiydi. Gözlerim çaresizlikle adamın arkasında kaskatı yüzüyle silah tutan Berzah’a kaydığında gözlerine yalvarırcasına baktım. Ne yapmasını istediğimi bilmiyordum; sadece bir şeyler yapmasını, bu kâbusun bitmesini sağlamasını istiyordum. Gözümden istemsizce bir damla yaş süzülürken odadaki sessizliği silahın emniyetinin açılması bozdu. Aynı anda boğazımdan bir hıçkırık koptuğunda tüm dünya etrafımda dönüyormuş gibi hissediyordum.

   Saniyeler içinde Berzah’ta silahının emniyetini açtığında odada ona silah doğrultan tüm adamlar da aynı anda silahlarının emniyetlerini açtılar. Silahı Zeynep’e doğrultan adamın ağzından yapmacık bir gülüş kaçtığında midem kasıldı. “Hadi ama, gerçekçi olalım. Beni öldürdüğünde bir şeyin değişmeyeceğini hepimiz biliyoruz bence.” diye konuşmaya başlayan adama bakma gereği bile duymadım, gözlerimi Berzah’ın gittikçe kararan gözlerine ve sertleşen çehresine sabitlemiştim.

   Bir anda Berzah silahı adamdan çekip bana doğrulttuğunda soluğum kesildi. İstemsizce büyüyen gözlerimle ona bakarken o, oldukça kararlı gözüküyordu. “Evet.” diye konuşmaya başladığında başımı çevirip adamların tepkisini görmek istesem de gözlerimi ondan çekemiyordum. “Haklısın, seni öldürsem hiçbir şey değişmeyecek.” Sanki zaman tanıyormuş gibi duraksayıp konuşmaya devam etti. “Ama onu öldürürsem çok şey değişir değil mi?”
“O” diye bahsettiği kişinin ben olduğum gerçeğiyle ellerim titremeye başladı. Ben nasıl bir şeyin içindeydim?

    “Onu canlı istediğini biliyorum.” Son cümlesinden sonra adam sinirle dişlerinin arasından konuştu. “Sen onu öldüremezsin.” Cümlesini yeni bitirmişti ki Berzah düz bir sesle cevap verdi. “Öldürebileceğimi biliyorsun.”

   Öldürmeyeceğini biliyordum. Gözlerinde saklı olan onlarca duygunun, düşüncenin arasında bir şeyler eksikti. İki adım ötemde kaskatı yüzüyle silahını Zeynep’e doğrultmuş adamın gözlerinde var olup onda olmayan bir şey vardı. 

   Yüzündeki kararlı ifade adamları, öldürebileceğine inandıracak kadar kuvvetliydi; gözlerine bakmadığım her an ben de onlar gibi düşünmekten kendimi alamıyordum.
Berzah ani bir hareketle beni kolumdan çekip sırtımı göğsüne yasladığında hareketin aniliğiyle korkmuş ve şaşırmıştı. Saçlarımın arasından başıma bastırılan soğuk metalle kollarının arasındaki bedenim irkildi. “Şimdi.” diye konuşmaya başladığında soluklarını saçlarımda hissediyordum. “Söyle itlerine o silahları indirsinler.”

   Kulağımın hemen yanında duyduğum sesi titrememe neden olacak kadar korkutucuydu. Ses tonundan ayırt ettiğim sinirin birazının bana olduğunu hissetsem de emin olamıyordum. Sırtımın yaslı olduğu bedeni gerilirken titrediğimi fark etmiş olabileceğini düşündüm. Başını biraz daha bana yaklaştırdığında saçlarımın arasından sıcak nefesi kulağıma çarptı. Başını biraz eğmiş olmalıydı.

   “Sakin ol.” diye fısıldadı, ona dönmek için hamle yapacak oldum ama kollarını sıkarak beni engelledi. Muhtemelen dışarıdan konuştuğu bile anlaşılmıyordu çünkü dudakları saçlarımın arkasında kalıyordu. “Kıpırdanma.” diye sesli bir şekilde konuştuğunda ses tonu az öncekinin aksine oldukça sertti.

   “Bu evden çıkacağız. Birlikte ve sağ salim.” Sıcak nefesi tekrar kulağıma değdiğinde sesi ilk konuştuğundaki gibi oldukça kısıktı, sözleriyle içime yayılan rahatlamaya engel olmadım.
“Bu ormandan çıkacağız. Birlikte ve sağ salim.”  Ormandaki an zihnime dolarken tüm benliğimle bu cümleye tutunduğumu hissettim. Boşlukta savrulan ruhum sesinde bulduğu güvene tutunmuştu.

   “Silahlar.” Berzah’ın sert sesi odanın duvarlarına çarparken bedenimin titremesine engel olmaya çalışıyordum. Gözlerim istemsizce odanın köşesinde yatan ve kısık inlemeleriyle içimi dağlayan Zeynep’e kaydığında dişlerimi sıkıp gözlerimi sıkıca kapattım. Onun o halde olmasının nedeni bendim ve lanet olsun ki elimden hiçbir şey gelmiyordu. Acı çekiyordu, korkuyordu, belki de kan kaybından ölmek üzereydi; benimse tek yapabildiğim ona doğrultulmuş silahı, kafamda başka bir silahla izlemekti.

   “İndirin.” Adamın durumdan hoşnut olmadığı sesinden anlaşılırken yüzündeki ifadesizlik maskesi hâlâ varlığını koruyordu. Adamlarının yüzündeki tereddütü gördüğümde bir an onu dinlemeyeceklerini düşündüm. Adam da bunu görmüş olacak ki daha sert ve yüksek sesle emrini yineledi. “İndirin.”

   Silahlar yavaşça inerken derin bir nefes aldım. “Sen de indiriyorsun.” Berzah’ın sesi tekrar duyulduğunda adam bu sefer bir kahkaha attı. Kahkahası alay ve sahtelik kokuyordu. Bir anda ciddileştiğinde tüm tüylerimin diken diken olduğunu hissettim. Bu adamda beni ürperten bir şey vardı. Bir anda ruh halinin değişmesi, tutarsız hareketleri… Hastalıklı gibi gözüküyordu. Başını sağa sola sallayıp ağzından onaylamadığını belirten sesler çıkarırken rahatsız edici duruyordu. Fazlasıyla.

   “Buradan o kızı almadan gidersem zaten beni öldürecekler. Şimdi, sen o silahını indiriyorsun, çünkü eğer sen o kızı öldürürsen ben de bu kızı öldüreceğim ve adamlarım da seni öldürecek.” Birkaç saniyelik duraklamadan sonra tekrar konuşmaya başladı. “Ne var biliyor musun?”
Dik dik Berzah’ın yüzüne bakarken devam etti. “Senin o kızı öldürebileceğine inanmıyorum.” Dudaklarından alay dolu bir gülümseme geçerken Berzah’ın bedeni gerilmişti ve kesinlikle çok sinirliydi. Soluk alıp vermelerinden bile bunu anlayabiliyordum.

   Silahlar tekrar üzerimize doğrultulduğunda Berzah’a dönmek istesem de dönemeyeceğimi biliyordum. Birkaç saniye sonra odadaki sessizliği bir mesaj sesi dağıttı. Berzah’ın bedeni fark edilecek şekilde gevşerken bu mesaj sesinin iyiye işaret olduğunu sezdim.
Başımdaki soğuk metal yavaşça ayrıldı, olanlara anlam vermeye çalışırken beni göğsünden ayırıp yanına çekti. Yüzünde oluşan tebessüm içimdeki korkuyu yatıştırırken gerçekten iyi bir şeylerin olduğunu fark ettim.

   “Size kötü bir haberim var.” Adamlara bakıp konuşurken sesi olabildiğine sakindi ve kesinlikle rahatsız edici bir sakinliği vardı. Afalladıkları yüzlerinden belli olan adamları izlerken ben de ne olduğunu çözmeye çalışıyordum ki odaya uzaktan duyulan polis arabalarının sesleri doldu.

   Yüzlerindeki ifade gülme isteğimi körüklese de bulunduğumuz durum gülmeme izin vermiyordu. “Kahretsin.” diye bağıran adama döndüğümde her an Berzah’ı öldürebilecekmiş gibi duruyordu. Birkaç saniye oldukça korkutucu bir şekilde Berzah’a baktıktan sonra adamlarıyla birlikte koşar adım evin arkasındaki odalara doğru ilerlediler. “Kaçıyorlar.” diye Berzah’a döndüğümde onun adamları hiç umursamadan Zeynep’e doğru ilerlediğini gördüm.

   “Bana temiz bir bez bulabilir misin?” Zeynep’i görmemle adamları zihnimde en gerilere iteleyip salondaki dolaba doğru ilerledim. En alt çekmecesini açarken ellerimdeki titremeye engel olamıyordum. Sonunda çekmeceyi açtığımda annemin özenle katlayıp koyduğu bezlerden bir tanesini alıp koşar adım Berzah’ın yanına gittim. Zeynep’in yanında dizlerinin üzerinde duruyor ve bacağına alelade sarılmış, tamamen kana bulanmış bez parçasına bakıyordu. Bacağındaki yarayı ve yere bulaşmış kanını gördüğümde içim acıyla titredi ve istemsizce yüzümü buruşturdum. Kim bilir canım nasıl yanmıştı, yanıyordu?

   “Bez.” diye elini uzattığında titreyen elimle bezi avucuna bıraktım. Gözleri birkaç saniyeliğine titreyen elime takılsa da bezi alıp dikkatlice Zeynep’in bacağına sardı ve yavaşça kucağına alıp zorlanmadan ayağa kalktı. Büyük adımlarla kapıya doğru ilerlerken polis seslerini artık duymadığımı fark ettim. Aralık kapıdan çıktığımızda gözlerim hızla etrafı kolaçan etse de polis arabası ortalıkta gözükmüyordu. “Polisler?” diye sorarken koşar adım yürüyerek Berzah’a yetişmeye çalışıyordum. Onun bir adımı benim neredeyse iki adımım olmalıydı ve gerçekten çok hızlı yürüyordu, sanki kucağında birini taşımıyormuş gibiydi.

   “Polisler buraya gelmiyordu.” Sakin sesiyle açıkladığından şaşkınlıkla ona döndüm. “Ne?”

   Yürümeyi kestiğinde ben de nefes nefese kalmış bir şekilde durdum. “Sen bizden gizli karıştırdığın işi açıkladıktan sonra, ben de sana olanları anlatacağım. Ama önce eve gidip arkadaşının yarasına bakmalıyız.” İlk cümlesindeki siteminde haklı olduğu için sesimi çıkarmadım. O kadar ısrarına ve yardım edebileceğini söylemesine rağmen ona tek kelime etmemiştim ve sonuca baktığımızda yine yanımda o vardı. Ben söylememe rağmen burada olduğumu nasıl öğrendiğini, olanları merak etsem de eve gidene kadar susmaya karar verdim. Hem bizim neden hastaneye değil de eve gittiğimizi kesinlikle daha çok merak ediyordum.

   “Neden hastaneye değil de eve gidiyoruz?” O tekrar yürümeye başladığı için sorumu yürürken sormak zorunda kalmıştım. “Onun yarası gerçekten iyi görünmüyor ve kan kaybetti. Hastaneye gitmeliyiz.”

   “Evde halledeceğim.” Bana kısaca bakıp cevap verdiğinde daha fazla soru sormamam gerektiğini hissettim. Zeynep iyi olduktan sonra hepsini konuşabilirdik. Eğer evde halledebileceğini söylüyorsa bu seferlik ona güvenmeye karar verdim.  Dilime biriken onlarca soruyu yutarken adımlarımı hızlandırıp ona yetişmeye çalıştım.

   Sokağın sonuna geldiğimizde sağda bekleyen araba dünkü arabaydı. Berzah arabanın yanına geldiğinde gözleriyle arka kapıyı işaret etti, olabildiğince çabuk yanına gidip kapıyı açtığımda Zeynep’i yavaşça arka koltuğa bıraktı. “Bin.” diye bana gözleriyle içeriyi işaret ettiğinde Zeynep’in bacaklarını kucağıma alıp arabaya yerleştim. İlk önce sürücü koltuğunda oturan Asaf’la dikiz aynasından göz göze geldik, suçlu olduğumu hissederek bakışlarımı kaçırdığımda diğer cam kenarında oturan ve Zeynep’in başını dizlerine yatırmış olan Leyal’le göz göze geldim. Ondan da gözlerimi çektiğimde gözlerim kucağında yatan Zeynep’i buldu.

   Her daim tebessüme ev sahipliği yapan dudakları düz bir çizgi halindeydi ve kurumuştu. Kanı çekilmiş gibi beyazlayan yüzü ağlama isteğimi perçinliyordu. Ağlamaktan şiştiği belli olan gözlerine bakarken dudaklarımı ısırdım. İçimi yakıp kavuran bir his vardı ve git gide büyüyordu. Gözlerim dolduğunda kucağımdaki elimin üstünde sıcak bir el hissettiğimde irkilerek gözlerimi elin sahibine çevirdim. Leyal’in gözlerine bakarken onun gözlerinde gördüğüm anlayış içimde tir tir titreyen yanıma iyi gelmişti. Soğuk elimi sıcak eliyle okşadıktan sonra “İyi olacak.” diye mırıldandı. Olacak mıydı sahiden? Başımı eğip Zeynep’in bacağına bakmaya başladığımda yavaşça elini çekti.

   Berzah’ın ön koltuğa binmesiyle araba hareket ederken gözlerimi Zeynep’in bacağından ayırmıyordum. Sadece iki günde olan olaylar zihnimde tekrardan vuku bulurken şakaklarımdan saplanan keskin acıyla gözlerimi acıyla yumdum. Başımı arkaya doğru atıp koltuğa yasladım. Acının geçmeyeceğini biliyordum, belki de artacaktı. Dişlerimi sıkarken üzerimdeki bakışları hissedebiliyordum. Birkaç dakika gözlerimi açmadan öylece bekledim. Yavaşça gözlerimi araladığımda bana bakan Berzah’la göz göze geldim. “İyi misin?” diye sorduğunda yüzümün halini az çok tahmin ettiğimden “İyiyim.” demenin bu durumda pek de inandırıcı olmayacağını biliyordum. Sessiz kalmayı seçtim.

   Önüne dönüp torpido gözünü açtığını gördüm. Birkaç sesten sonra elinde su şişesi ve bir ilaç kutusuyla bana döndü. “İç, biraz rahatlatır en azından.” İtiraz etmeden elindekilere uzandığımda Leyal’in tedirgin bakışları üzerimdeydi. İlacı ağzıma atıp suyu içtikten sonra şişeyi Berzah’a geri uzatıp başımı tekrardan koltuğa yasladım ve gözlerimi dışarıya diktim.

   “Babaannemi aradın mı?” dakikalar sonra Berzah’ın sesini duysam da gözlerimi yoldan çekmedim.

   “Ben aradım abi.” Soruya Leyal cevap vermişti.

   “Nasıl olmuş?” birkaç saniyelik sessizlikten sonra Leyal tekrar konuştu.

   “Sesi daha iyi geliyordu. Şimal’in yanımızda olduğunu söyledim.” Aklıma benim için çırpınan yaşlı kadın geldiğinde beni odada bulamadığındaki hali aklıma düşerken içime tekrar suçluluk hissi yerleşmişti.

   “İyi yapmışsın.” Sesi düşünceliydi. “Biz seni ve Şimal’i babaannemin evinin önünde indiririz. Babaannem Şimal’in iyi olduğunu gördükten sonra siz de eve geçersiniz, babaanneme kızı açıklamakla uğraşmayalım bir de.” Leyal sessizce onaylamış olacak ki arabaya tekrar sessizlik doldu.

   Gözlerimi kapattığımda karanlık iyi gelse de anılar sanki bu anı bekliyormuş gibi göz kapaklarıma doluyordu. Son iki gündür yaşadığım olayları düşünürken zihnimdeki bilinmezler zincirinin git gide uzadığını fark ettim. Cevaplar hiç verilmese de sorular her an artıyordu.

   “Kızın bacağı iyi değil, köyün sağlık ocağını kullanmamız gerekebilir.” Berzah’ın sıkıntılı sesi arabayı doldurduğunda gözlerimi açmasam da pür dikkat onları dinliyordum.

   “Mustafa halleder, ararım ben.” Asaf cevap vermişti. Onunla tanıştığımda beri sesinde var olan enerji düşmüş gibiydi, onun da sesi sıkıntılı geliyordu.

   İkisin konuşmasından sonra köye gelene kadar arabada sessizlik hâkim olmuştu. Beynimdeki sesleri susturmaya çalışmak oldukça zorken, başımdaki ağrıyla çekilemez bir hal alıyordu.

   Araba durduğunda derin bir nefes aldım, Zeynep’in bacağını dikkatlice kucağımdan indirip arabadan indim. Leyal benden önce inmiş beni bekliyordu. Saatler önce sessizce çıkıp gittiğim eve bakarken içimde yeşerip dallanıp budaklanan suçluluk duygusu benliğimi tamamen ele geçirmişti, babaannenin yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. Olayları da anlatamazdım. Arabadaki konuşmadan anladığım kadarıyla onlar da babaannenin öğrenmemesi taraftarıydı. Hem ben bile ne olduğunu tam anlayamamışken ona ne anlatabilirdim ki. Tam bir karmaşanın ortasında, hiçbir şey bilmeden duruyordum.

   “Şimal.” Camını açmış bana seslenen Asaf’a döndüğümde gözlerindeki sıcak ve anlayışlı ifade içimi ısıtmıştı. Ruhumu saran suçluluk duygusu biraz da olsa yerine sinmişti. Onlar tarafından da içimde kurulan mahkemedeki gibi suçlu ilan edilirsem çok daha kötü hissedeceğimi biliyordum.

   “Halledeceğiz.” Yüzüne yayılan güven verici büyük tebessüm bulaşıcı gibiydi. Dudaklarımda bir tebessüm doğduğunda onunkinin aksine küçük ve çelimsizdi. “Neyi?” veya “Nasıl?” diye sormadım.

   “Teşekkür ederim.” diye mırıldandım sadece, gözlerim yanındaki koltukta oturan Berzah’a kayarken. “Gerçekten.”




20 Ocak 2018 04:56


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ŞİMAL- 1.BÖLÜM:"SOĞUK"

ŞİMAL- 6.BÖLÜM:"ÇARESİZLİK" (Part 2)

ŞİMAL- 3.BÖLÜM:"SORULAR"